Batı (ABD+AB) ile Rusya, küresel oyunu, kendi geleneksel zeminlerinde ve alışık oldukları süreçleri kullanarak oynadıklarına göre, Türkiye’nin refleksinin de tarihsel derinlik taşıması normaldir. Kuşkusuz, geçmişin hazırlıksız yakalanmış ve bedelini sömürgeleştirilerek ödemiş iki dev gücü Hindistan ve Çin’in de “yeni dünya düzeni” için söyleyecekleri bir çift laf vardır.
Öncelikle bir konuda Batılılar ve Rusya ile anlaşalım: Bu paradigmayı biz yaratmadık, onlar, dedelerinden kalan mirasla, insanlığın üzerine tarihin en sinsi ama en güçlü sömürü düzeni ve hegemonyacı zihniyeti ile geldiler, 400 yıl öncesinden farklı olan, bu kez, Türkiye, Hindistan ve Çin’in belaya hazırlıklı olmasıdır.
Evet, 1453 insanlığın siyasi/ekonomik/sosyal/bilimsel gelişimi açısından bir kırılma noktasıdır, bu nedenle, tarihçiler Fatih’in bir çağı kapatıp, diğerini açtığında birleşiyorlar. Konstantinople’un İstanbul olmasından sonra yaşanılanlar ise bugünü daha iyi anlamamızı sağlıyor. Dünya ticaret yollarına hakimiyet stratejisi çerçevevesinde okyanuslara açılan Avrupalı gezginler, insanlığın içine sürüklendiği vahşi sömürgecilik çağı, Batı’nın “ötekileştirdiği” ve “insan yerine koymadığı” kadim medeniyetlerin insanlarını köleleştirerek kazandığı büyük zenginlik, bilimsel sıçrama ve küresel hakimiyet konforu...