Beyaz Saray'daki basın toplantısında Trump gazetecilere söz verirken "Türkiye'den dost canlısı bir muhabir olsun" dedi. O sırada salonda bulunan ve gün içinde Erdoğan'la görüşmelere katılan Cumhuriyetçi Senatör Lindsey Graham'in yanında bulunan ABD'li bir gazeteciye dönerek "Başka türlüsü kalmadı ki" dediği duyuldu.
Daha sonra da Tayyip Erdoğan, "Buyurun Hilal Hanım" diyerek Hilal Kaplan'a söz verdi. Hilal Kaplan'ın sorusu, ABD'nin terör örgütü YPG ile işbirliği yapmasına dairdi. Trump, bunun üzerine "Neden kendi Cumhurbaşkanı'na soru sormuyorsunuz? Gazeteci olduğunuza emin misiniz? Bu soruyla Türkiye Hükümeti adına çalışmış olmuyor musunuz?" diyerek önce kaçamak yola saptı, sonra da YPG'nin başı olan Ferhad Abdi Şahin veya Şahin Cilo ile ilgili olarak "Kendisiyle yakın bir işbirliğimiz var. Cumhurbaşkanı'yla da yakın işbirliğimiz var" dedi!
Gazeteciler, uluslararası ilişkileri takip ederken, kendi ülkelerinin memuru gibi değil, gerçeği ortaya çıkarmak hedefine uygun hareket etmelidir. Diğer taraftan, gazetecilik ile siyasi olayların bir aktörü olmak aynı anda sürdürülemez. Açılım sürecinde "akil adam" diye görevlendirilenlerden, Türk bayrağının bile değiştirilmesini önerenlerden, gazeteci üslubu kullanmaları beklenemez. Soruyu kim hazırlamışsa, özü doğu ama ifade ediş biçimi yanlış!
***
Erdoğan'ı takip eden gazetecilerden görüşmelerin içeriği ile ilgili bir bilgi almak mümkün değil. Lindsey Graham'in dediği gibi hepsi tek tip oldu. Bu sebeple, ABD basınında Trump muhaliflerinin ne dediğine bakmak gerekir.
Meselâ, Washington Post'un haberinde, Trump yönetiminden üst düzey yetkililerin, "Türkiye'nin silahları kutularından çıkarmaması bir çözüm olabilir" dediği bilgisi yer aldı.