Tayyip Erdoğan, 15 Temmuz'u, kendi hayalindeki "Yeni Türkiye Cumhuriyeti"nin kuruluş günü gibi değerlendiriyor. Bu durumu, açılım sürecini halka anlatmakla görevlendirilen "akil"lerden Hilal Kaplan, "Yaşadığımız yüzyıldaki Türkiye'nin kurucu söylemi, 15 Temmuz Destanı'dır." diye ifade ediyor.
***
Tabii yeni bir devlet kurulurken, halkın onayını almak şart!
Halkın onayı derken, seçimleri veya referandumu kazanmaktan söz etmiyorum!
Halkın onayı, gayri meşru bir oylamayla alınış gibi görünse de 51'e 49, böyle bir dönüşüm için yetmez!
Yetmeyince, muhalefeti; PKK, FETÖ ve hatta DHKP-C gibi terör örgütleriyle özdeşleştirerek halk nazarında saf dışı etmeye çalışıyorlar. Yazık ki ana muhalefetin kullandığı söylemler de bu derin yarılmaya hizmet ediyor.
Oysa ""eşit vatandaşlık", "halklar" gibi PKK söylemlerini, açılım sürecinde ve daha öncesinde AKP kutsallaştırıyordu!
***
Cumhuriyette iki yazar, hal ve gidişin tespitini yaptı. Ergin Yıldızoğlu "Zaman muhalefetten yana işlemiyor" başlıklı yazısında, Darbe Araştırma Komisyonu raporuna CHP'yi FETÖ ile paralel hareket etmekle suçlayan bölümlerin eklenmesinin hedefini sorguladı:
"Yeni siyaset rejimi, toplumun, siyasal İslâmın iradesini kabul etmeyen kesimini, siyasi alanın dışına iterek daraltmayı; önde gelen bireylerini, temsilcilerini adeta 'homo sacer' (Roma'da: hakları elinden alınmış, dışlanmış, 'öldürülebilen' ama değersiz olduğu için kurban edilemeyen kişi) ilan etmeyi amaçlıyor."
Yıldızoğlu'na göre AKP'nin totaliter devlet biçimi için bir "kurucu anlam" yüklediği 15 Temmuz anlatısı, yeni "siyaset rejiminin" sınırlarını çizmekte kullanılıyor. "Cumhurbaşkanı'nın, parti merkezinde yaptığı konuşmada, '15 Temmuz'u anlamayan gafillerin başında ana muhalefet partisi başkanının geldiğine ilişkin' sözleri, sokakta protesto hakkının kullanılmasını devlete yönelik bir tehdit olarak tanımlaması, 'sokağa çıkamaz hale geleceğini iyi bilmelidir' tehdidi, CHP liderinin, muhalefetin bireylerinin, fiziki ve siyasi kimliklerini, 15 Temmuz anlatısı içinde, homo sacer kavramını çağrıştıran bir yere yerleştiriyor."
***
Nuray Mert de "15 Temmuz'un anlamı" başlıklı yazısında aynı endişe içinde:
"Çeşitli vesileler ile daha önce de yazdım, söyledim, artık söz konusu olan son referandum ile teyit edilen bir rejim değişikliği, 15 Temmuz darbe teşebbüsü ve ardından yaşananlar, Yeni Türkiye'nin 'kurucu mit'ini oluşturuyor. (…) Yani durum çok ciddi, artık fikir ayrılığı gibi bir kategori yok, 'milletten ve onun kurtarıcı liderinden yana olmak' veya 'milletin düşmanı olmak' gibi iki kategori var."
***
İki yazar da endişelerinde haklı ama AKP, bu yöntemleri parti okulunda ders olarak okutuyordu!
21 Şubat 2014 tarihli "AKP'nin gel gitleri!" başlıklı yazımda tam da bu durumu izah etmiştim.
AKP'nin AR-GE'sinin, "Siyaset Akademisi 10. Dönem (Lider Ülke Türkiye) Ders Notları" başlığı altında yayınladığı kitapta Prof. Dr. Taner Demirel'in şu tespitine yer veriyordu:
"Ayrıca, siyaset sadece demokratik yollarla yapılmaz, ya da siyaset denilince akla sadece barışçı yollar gelmez. Kendi politikalarınızı yürütmenize engel olabilecek muhalefeti fiziken ortadan kaldırmak, hapsetmek, tehdit etmek, korkutmak, sindirmek de, siyasi faaliyetin kapsamı içinde görülebilir."
AKP, yıllardır işte bunu yapıyor!
Yalnız aynı yazar, makalesinde "Şark kurnazlığı veya köylü kurnazlığı kültürüne sahip toplumlarda, iktidarı ele geçirenler, onu sınırsız bir biçimde kullanma eğilimi gösterir, iktidarı kaybetmemek için yasallığı tartışılan yollara gidebilmekten en ufak bir ahlâki rahatsızlık duymaz" diyordu.
Bu yollara başvurmanın kimseye bir hayır getirmeyeceğini zaman gösterecek!