Rejim değişti. "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" diyerek kamufle etmeye gerek yok. Halk R. T. Erdoğan'ı "başkan" ve dolayısıyla tek söz sahibi yapmak için oy verdi.
16 Nisan Referandumu ile bu seçim kıyaslandığında R. T. Erdoğan'ın seçilmesi mümkün görünmüyordu. Alternatifsiz değildi. Karşısında dinamik adaylar vardı ve kendisi yorgundu. Zaten partisi, 10 puan daha az oy aldı ve çokluğu kaybetti. Mühim değil. Yeni rejim "Saray"ı öne çıkarıyor. Parlamentonun fonksiyonu neredeyse sıfırlandı. (Kimse kızmasın... Bir teklifim olacak. Milletvekillerinin aylıkları azaltılmalı. 550 milletvekilinin aylığı 600'e bölünmeli. Şu zaman tasarruf zamanı ve bu tasarruf, zaten fonksiyonu en aza indirilmiş olan parlamentodan başlamalı.)
"Saray"a "Külliye" demeyi de bırakalım. Halk "Saray" olduğunu bile bile oy verdi. "Saray" deyince akla gelen debdebeyi örtmek için "Külliye" dendiğini herkes biliyor. Orası "Başkanlık Külliyesi" değil; "Başkanlık Sarayı".
Başkan R. T. Erdoğan'ın, İstanbul'da, Huber Köşkü'nde daha YSK kesin sonuçları açıklamadan yaptığı zafer konuşmasını baştan sona dinledim. İdeal bir konuşmaydı.
Dün, "Fikirlerin dayatılmadığı, hürriyetlerin daraltılmadığı, insanların ekmeğinin elinden alınmadığı İslâmla çakışmayan/çakıştırılmayan bir düzen gerek." demiş ve şunu eklemiştim: "Son 'istibdat' bizi uyandırır, hürriyet kapısını açar mı?"
Son cümleyi Prof. Dr. Kemal Karpat'ın II. Abdülhamit istibdatnın "hürriyet" kapısını açtığı mealindeki sözüne dayanarak yazmıştım.