Geçmişte, daha çok Turgut Özal zamanında başkanlık meselesi ilmî çalışmalar konu olmuştur. Doç. Dr. Burhan Kuzu ve Doç. Dr. Mustafa Erdoğan'ın başkanlıkla ilgili makaleleri yayınlanmıştır.
Başkalarını saymıyorum... İki makaleyi okuduğumuzda, aynı sonuçları görürüz. Şu anda ise iki isim zıt kutuplardadır. Burhan Kuzu Saray içinde, Mustafa Erdoğan Saray dışında.
O zaman, her mahfilde tartışılan başkanlık, şimdi neden apar topar Meclis'ten geçirildi? Neden maddeler, kapalı kapılar ardında görüşüldü? Neden kapılar önünde tartışılmadı? Devletin temel felsefesine uygun, kahir ekseriyetin kabulü bir anayasa değişikliğine gidilmesi mümkünken, neden kişiye özel bir anayasada karar kılındı?
Kişiye özel anayasada karar kılındıysa arada "çıkar" var demektir.
Çıkar iki taraflıdır. Adrese teslim anayasa, adresteki için elzem. (Neden elzem olduğunu artık yazamıyoruz!) Ya Anayasa paketini o adrese gönderene ne demeli! (Hepiniz biliyorsunuz... "Alçak"tan tutun, "şerefsiz"e kadar bütün menfi yaftaları sıralayan zat, olağanüstü şartlar yaşadığımız, birlik olunması gerektiği şu sıra, insanlarımızın kuzey ve güney kutbuna bölüneceğini ve artık bir araya gelmelerinin mümkün olamayacağını bildiği hâlde; "Kanunsuzluklarını kanuna uyduralım. Padişahımız ol. İstersen halifelik getir, sefanı sür!" diye niçin ortaya atıldı? Bir çıkarı olmasa, birden bire millete sırtını dönüp yönünü Beştepe'ye çevirir mi? Kastettiğimiz zatın para-pulla işi olmaz. Zaten aileden zengin. Gözü de tok. Ailesini bilirim. Tertemiz insanlar. Nedir mesele? Koltuk! Başka izah getiren de olmadı. Çok acı... Halk, koltuk için memleketi ateşe atacağını bilseydi, olağanüstü kongreye gider miydi hiç... "Aman koltuk senin olsun, yeter ki, ülke selâmete çıksın!" demezler miydi?