"Ayasofya Müzesi", "Ayasofya-i Kebir Câmi-i Şerifi" oldu. İlk cuma namazı alâ u vâlâ ile kılındı! Yeni tabela asıldı. Adı, birinci sırada Osmanlı yazısıyla işlenmiş. (Bir hatırlatma: Madem "câmi" yazdın, a'ya şapka koydun; "kebir" ve "şerif"i de bir üsteki istife göre yazsaydın; i'lerine şapka koysaydın!)
Ayasofya, Hristiyanların kutsadıkları bir mabetti. Fatih, camiye (Dikkat! "camie" yazmadım!) çevirdi. Ama Patrikhane'yi bıraktı ve Hristiyanları da "ümmet"e dâhil etti.(Prof. Dr. Mehmet S. Hatiboğlu'nun "İslam'da İlk Siyasi Kavmiyetçilik: Hilafetin Kureyşliliği" makalesi okunmalı.)
Ayasofya tartışmalarında, "Medine Vesikası"na ayrı bir sayfa açmak gerekiyor!
Geçmişte, birçok görüşüne itiraz ettiğim Ali Bulaç, çok ama çok önemli bir esere imza attı: "Medine Sözleşmesi". (Çıra Yayınları, 703 s.).
Yeri geldikçe "Medine Vesikası"nı ben de hatırlattım. Bir yazımda Gannûşî'den bahsettim:
"Tunus'ta Nahda Hareketi'ni başlatan... Gannûşî, Türkiye'de verdiği bir konferansında Medine Vesikası'ndan söz açmış ve "İslam'daki ilk devlet örneği Müslüman olan olmayan herkesi kucaklayan çoğulcu anlayışa sahipti." demişti. Sonrası için üzüntülü: