Töre dergisinin mart-nisan ve mayıs-haziran, Türk Dili dergisinin haziran sayıları geldi. İki dergi de benim mektebimdi... Lise yıllarından takip ederdim. O dönemlerde Töre ve Türk Dili farklı kulvarlarda seyrediyordu. Benim için Töre dergisi tabiî, Türk Dili dergisi şaşırtıcı idi. Farklılıklar ufkumuzu açıyordu.
Şartlar sonra değişti, Türk Dili'nin eski tekdüze inatçı çizgisi de değişti... Ama bir şey değişmedi: Şiir anlayışı... Çok önceleri de tenkit ettim, yeni muhteva kazandığı bu dönemde de. 120 sayfalık dergide 14 şiir saydım. Sadece üç şiiri ayırdım; diğerleri "Çöpe gitmeli!" dedim. Eğer bunları "şiir" diye yayınlayacaklarsa, şiir toplamasınlar kimseden; ben, her sayı, istemedikleri kadar yazıp yazıp göndereyim!
Mustafa Kaçalin (TDK Başkanı) sakın alınma. Titizliğini bilirim. Belki yayın kurulunun işine hiç karışmıyorsundur ama nihaî söz senin. Yayın kurulundakiler: "Elimizdeki malzeme bu, zamanımızın şiir anlayışı bu!" diyeceklerdir... Evet, hemen bütün dergilerde bu anlayış hâkim. Ama "Tabuları yıkıyoruz. Şiirde ritim arıyoruz, mana arıyoruz, kafiye arıyoruz; sokak ağzı istemiyoruz, çocukça mısra sıralamaları istemiyoruz; Ahmet Haşim'in "mülahazalar"ını da dikkate alıyoruz." denemez mi!
"Nasıl şiirlermiş ki, bu kadar kızıyorsun!" diyeceksiniz... Biraz Nâzım Hikmet, biraz Orhan Veli, biraz Sezai Karakoç mukallitliği... Hâlbuki onlar kendi fikrî anlayışları içinde birer "değer"... Kıyaslamak abes! Bu öncü isimleri beğenmeyebiliriz; ama, haklarını teslim ederiz. Kendilerine göre birer çığır açmışlar, ardından gelenler ise dökülüp kalmışlardır.
Yazanların isimlerini anmayacağım; örnek satırlarını ("mısra" demeye dili varmıyor!) vereceğim. İlk şiirden başlayalım:
"belki taltif edilecek hayatım / harfler arasındaki rabıtayı doğru kurarsam", "sadrından açılan yaraya pansuman / olur belki aklımda kalan kelimeler".