Hiç akla gelir miydi, kendi içlerinden çıkacaklar ve eski defterler açılsın diyecekler. Zat-ı Muhterem'i ilâhlaştıranlar bile bocalıyordur. Biri başbakan yardımcılığı, Dışişleri Bakanlığı ekonomiden mesul bakanlık yapmış ve ekonominin dümenini elinde tutmuş; "büyükelçi" sıfatıyla başdanışmanlıktan başlayıp Dışişleri Bakanlığı, Başbakanlık ve daha yeni rejime geçilmeden cumhurbaşkanı aynı zamanda parti başkanı olmadan önce cumhurbaşkanlığına oturan kişi, genel başkanlık yapamayacağı için partinin genel başkanlığını yapmış diğeri, hem birbirine, hem eski partilerine rakip partilerin genel başkanı oldular ve muhalefetin dozunu gittikçe artırmaya başladılar.
Biri "zorbalık"tan bahsediyor ve "Her şeyden mesul odur." diyor... Bir diğeri daha ileri giderek 17/25'in dosyalarının açılması gerektiğini söylüyor.
CHP Genel Başkanı ise, hemen her salı grup konuşmasında açık açık isim veriyor, "Bunlar rüşvet yedi." diyor.
Böyle bir suç isnadı bir başka ülkede yapılsa, yer yerinden oynar. "Rüşvet" diyorsa, "yolsuzluk dosyaları" diyorsa, bu ithamlardan aklanmadan ortalıkta dolaşmak mümkün mü?
Sessiz kalarak isnatların üstünü ne zamana kadar örtecekler? Basın yayın organlarının yüzde 95'i ellerinde. Ama bakıyorum, kendi partilerinden çıkıp parti kuran isimlerin konuşmaları, neyi kastettikleri, artık en azından ekranlarda verilmeye başlandı; hem de geçmişe gidilerek. Demek ki, bu yayın organları korku örtüsünü kaldırmaya başladılar. Gazetecilerin sezgileri güçlüdür. Çünkü, gazeteci sürekli araştırır ve düşünür. Doneleri birleştirerek işin nereye varacağını sezmeye başlar.
Kemal Kılıçdaroğlu, "biri" büyükelçi yapılınca 22 Eylül 2019'da attığı tivitte "Çikolata kutusunun içinde dolarla rüşvet"ten, "Tüyü bitmemiş yetimin hakkı"ndan, "Allah'ın kelamını 'Bakara-makara' diye alaya alması"ndan, "Asla Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni temsil edemeyeceğinden; ancak 'Saray'ı temsil edeceği"nden bahsetmişti.