Cemaatler ve tarikatlar meselesinde, şu çağımızda köklü bir hal yolu bulunmalı demenin ötesinde köklü bir tedbir alınmazsa, farklılaşmalar gittikçe artacak.
Kur'ân çizgisini takip etseler, hâl içinde kalsalar, bundan kendilerini tatmin etseler, insanların tercihidir, dersiniz. Ama hangi tarikata, hangi cemaatle baksanız, birbirini nakzediyor; cemiyet bozuluyor.
Her bir şeyh, her bir cemaat şefi bir peygamber, hatta Allah esirgesin "Tanrı" mesabesinde görülüyor.
Kur'ân'da, peygamberin yolunda gideceksiniz, buyrulmuştur; şeyhin, şefin değil! "Peygamber, size ne verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının!" (Haşr, 59/7).
Hangi şeyhle, hangi cemaat şefiyle alâkalı bir şey okusanız, "rüya" karşınıza çıkar. "Rüya" ile "gaib" arasında bir iç içelik vardır. Rüyasında şeyhler şefler geleceği görürler, etrafına toplaşanlara "müjde"de verirler! (Rüya ile müjdeleyen bir "şef" de Fethullah Gülen'dir. Şu hâle bakın!)
Kendileri rüya görseler hayra yormazlar ama şeyhten, şeften gelecek rüyayı hayra yorarlar; isterse akıbet bekledikleri gibi olmasın. Bu nedir, biliyor musunuz? Gaibden haber vermektir. "Ve mâ tedrî nefsun mâzâ taksibu gaden..." ("Hiç kimse yarın ne kazanacağını idrak edemez/bilemez.") (Lokman, 31/34).
(Kimse çıkıp da "sâdık rüya"dan bahsetmesin! Hatırlatırım... Rüyalar üzerine en ayrıntılı duran âlimlerin başında İbn Haldun gelir; Mukaddime üzerinde biz de çalıştık!)
Halvetî şeyhiymiş... Adı Ahmed Amîş. 113 yıl ömür sürmüş. (Öl. 1920). Türk düşmanlarının pîri mesabesindeki Ahmed Naîm'in de kayınpederi... Şu anekdot Ahmed Amîş'in "gaib"i bildiğine dair!
"Ahmed Amiş Efendi sohbetine gelenlerle tatlı tatlı konuştuktan sonra, onun hakkında duâ eder ve bâzı müjdeler verirdi. Evranoszâde Sâmi Bey o zaman Rüşdiye öğretmeni olan Şerâfettin Yaltkaya'yı, Ahmed Amiş Efendinin sohbetine getirdi. Fakat iki saat müddetle oturdukları halde Ahmed Amiş Efendi sessiz durup hiç konuşmadı. Evranoszâde Sâmi Bey, Amiş Efendinin böyle gelenlere duâ edip bâzı müjdeler verdiğini bildiği için bu durumu merak etti. (...) Evranoszâde Sâmi Bey ertesi gün tek başına Amiş Efendinin yanına gitti ve; 'Efendim Şerâfettin için bir müjde vermediniz sebebi nedir?' diye sordu. Ahmed Amiş Efendi, biraz durakladıktan sonra; 'O (yâni Şerâfettin Yaltkaya) bulunduğu mesleğin en yükseğine çıkar.' dedi. Hakikaten Şerâfettin Yaltkaya zamanla yükselip profesör ve Diyânet İşleri Reisi oldu. Fakat İslâm dînine hizmet edeceği yerde pek çok zarar verdi. Bu yüzden, icraatını bilenler tarafından Telefüddîn Haltkaya adı ile anıldı."
Şerafeddin Yaltkaya'ya, bir kesim neden "Telefüddîn Haltkaya" demiştir? M. Kemal Atatürk'ün cenaze namazını kıldırdığı bilgisini versem yeter mi?!
"Şeyh" Ahmed Amîş'in akla ziyan sözleri için 16 Aralık 2011'de yayınladığım "Mele, molla, tasavvuf, istismar" başlıklı yazımı, internet sayfamıza alıyorum.
Bugün Prof. Dr. Hayrettin Karaman'ın Yenişafak'ta çıkan "Gaybı bilen ve şefaate izin verecek olan yalnızca Allah'tır" başlıklı yazısından hareketle konuya girecektim. Yerim dar. Sonra.
Mele, molla, tasavvuf, istismar
İster "mele" deyin ister "molla"... Bilgileri halk seviyesinin biraz üzerinde olanlar, imtihanla camilerde imam yapılacakmış. Bunlar çoklukla medreselerde yetişenler. Biraz Kur'ân okumuşlardır... Birçoğu hafızdır. Sadece Kur'ân-ı Kerîm'i ezberlemişlerdir. Biraz hevesleri varsa dinî kitap da okumuşlardır. Çoklukla Şafiîler arasında "mele" olanlar, diğer bölgelerde "hoca efendi"dir.
"Mele", "molla"nın Güneydoğu'muzda söylenişidir. "Molla" Farsçadan geçmiştir ama aslı Arapçadır; "mevlâ"dan gelir. Osmanlılar ise "monla" yazmışlar, "molla" okumuşlardır!