Bir önceki hafta “Huzur Yolu” köşemde “İnsan Neden Yaşar?” diye sormuştuk. Yanlış hareket etmenin cezasının yüreklerde kaldığını, hızla geçen zamana atıf yapılarak vakti olduğu düşüncesi ile ertelenenlerin ya da yapılmayanların hüsranda olacağını kaleme vurmuştuk.
Ne zaman doğru hareket edilip Rabbe uyulduğu, ne zaman nefse uyulup yanlış yapıldığı her aklı olana malumdur. Deli olan, ne yediğini ne içtiğini bilmeyen ise zaten muaftır. Aklını kullanan her insan içinden gelen sese kulak verir. Ne için yaşaması gerektiğini yaratana sorar. Böylelikle mutlak hüsrandan kurtulur.
Mesele odur ki, her şeyi bilen ve görenin cezaları hem bu dünyada hem de ahirette ziyadesi ile vereceğidir. Gönülden inananlar için rehber ve rahmet kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’de iyilik ile kötülüğün bir olmadığı bize sunulmaktadır. İlgili ayetin devamı şu şekildedir;
“Yoksa kötülük işleyenler, kendilerini, inanıp salih amel işleyenler gibi kılacağımızı; hayatlarının ve ölümlerinin bir olacağını mı sanıyorlar? Ne kötü hüküm veriyorlar!” (Casiye 45/21)
Hak ile yaratılmış olan hayat insana sunulmuş en büyük fırsattır. Bütün fırsatlar gelişmeye, ilerlemeye, güzele ulaşmaya imkandır. Kıymeti bilinmeyen her zaman ve değerlendirilmeyen imkan sahibine büyük acılar yaşatır.
Ölüm; hayatın arkasından gelen, kaçışı olmayan en acı hakikattir. Geri dönüşü olmayan uzun yolculuğa çıkıştır. Gidip de geri dönenin olduğu görülmemiştir. “Ölüm varsa zulüm vardır” söylemi zulmün olmasını gerekli kılmamalıdır. Zira zulüm yapan, karşılığını hem bu dünya da hem de ahirette fazlasıyla alacaktır.