Kalıntıları milattan öncesine dayanan yerleşim bölgelerinin arasında adımlarken, bir çok yerlerde ellerinde broşürlerle gezen turistleri görürken, her geçtiğimiz yerde binlerce insanlara şahit olurken aklımdan geçen soru şu oldu; İNSAN NİÇİN YAŞAR?
Ara ara da sormalarımda karşıma çıkan cevap; yaşamın merkezinde zevkin, eğlencenin, yemenin ve içmenin olduğuydu. Düşünülerek verilen cevabın içeriği daha farklı iken, ilk akla gelenler yemek için oldu. Her ne kadar yemek yaşamak için elzem olsa da, yaşama bağlam sebebi olması akla durgunluk veren bir olay olmalıydı.
Durgunluk dememden kastım ise, aklın durağan su misali kirlenmesi, nesneleşmesi, robotlaşması, işe yaramaz bir alet durumuna düşmesidir.
Akan su kir, işleyen demir ise pas tutmaz. Akıl akmazsa yani düşünmezse kirlenir, işlemezse yani düşüncenin ürününe teslim olup güvenmezse paslanır. Akletmeyen ve işletilmeyen beyinler de yemeğe ve içmeye mahkum olur. Bundan dolayı da Hak Teala her zaman düşünmeye, akletmeye ve aklettiği doğrular üzerinde yaşamaya davet eder.
Her insan kendinin en akıllı kişi olduğunu ve yaşadığı hayatın en doğru hayat olduğunu savunur. Her zaman kendini doğru yolun doğru yolcusu, gittiği yolun tek doğru yol olduğunu diğerlerinin ise yanlış yolda olduklarını düşünür.
Peki bizim gördüğümüz ya da duyduğumuz, mantığımıza ters gelmeyen her doğru, gerçekten tam doğru mudur? Bunun ölçüsü nedir? Doğrunun doğru olabilmesi için elimizde yeterli kriterler var mıdır?