Türkiye ve ABD arasındaki krizle ilgili söylenecek çok laf,
paylaşacak çok bilgi var.
Ancak hepsi buraya sığmayacağı için, en can alıcı yerden
başlayayım: Bu krizin kısa ömürlü olacağını düşünmüyorum. Bu,
sadece ‘O oldu, bu oldu’ meselesi değil. Arka planda Batı
ittifakından uzaklaşan ve Batı kamuoyundaki imajı çökmüş bir
Türkiye tablosu var. ABD’yle dostluğun temelinde, 60 küsur yıllık
NATO ortaklığı var; ancak kurumsal bağlar, hızla eriyor. Hepinizin
bildiği malum nedenlerden dolayı karşılıklı güvensizlik had
safhada. Bu durum, mevcut kriz aşılsa bile yeni krizlere gebe.
Daha da önemlisi, Washington’dan gelen açıklamalara bakılırsa, ABD
yönetimi Ankara’nın kendisiyle kıran kırana bir pazarlık yaptığını
(‘rehine takası’ lafı sıkça kullanılıyor) ya da bir bilek güreşine
girdiğini düşünüyor. Konsolosluk görevlilerinin tutuklanmasını da,
bir yıldır cezaevinde olan misyoner rahip Andrew
Brunson’un ‘Al papazı, ver papazı’ noktasında gündeme
gelmesini de bu çerçevede yorumluyor.
Ancak bu ‘kıran kırana pazarlık’, dostlar arasında değil ABD-Rusya
ya da ABDİran gibi karşıt ülkeler arasında olan bir durum. Bu
yüzden Türkiye’nin bu düşünceden vazgeçmesi lazım. (Ki bunu, bu
fikri ilk gündeme getirenin Rıza Sarraf’ın
lobicisi Rudy Giulliani olduğunu bilerek
söylüyorum. Böyle bir takas ihtimali yok.)
ABD bir transatlantik gibidir. Ağır hareket eder ancak bir kere
yönünü değiştirdiğinde kolay kolay döndüremezsiniz. Haliyle mevcut
vize yaptırımının değişmesi için Ankara’nın radikal bir adım atması
gerekebilir. Tahminim, konsolos görevlileri ya da geçen haftalarda
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın takas teklif
ettiği rahip Brunson konusunda somut bir gelişme olmadan (ya da
kapalı kapılar ardında bir söz verilmeden) vize pol...