Siz bu yazıyı okuduğunuz saatlerde, Avrupa Parlamentosu
Türkiye’yle müzakere sürecini askıya almaya hazırlanıyor
olacak.
Karar, 11 yıl önce Brüksel’de nefes nefese pazarlıklarla Avrupa
Birliği’ne tam üye olmak için müzakerelerin başlangıcını daha dün
gibi hatırlayan biz gazeteciler için, son derece üzücü. Kaçınılmaz,
anlaşılabilir, ama üzücü.
Sadece gazeteciler değil; Abdullah
Gül gibi, Deniz
Baykal gibi hatta Mesut
Yılmaz,Ali Babacan, Emma Bonino ya
da Daniel Cohn-Bendit gibi o dönem
Türkiye’yi Avrupa’nın eşiğine getirip müzakerelerin başlamasına
elbirliğiyle katkı sunan onlarca siyasetçi, diplomat, işadamı,
bugün muhtemelen kahrolmuştur. Tırnaklarımızla kazıyarak geldiğimiz
yer, bir meçhul uğruna, bir inat uğruna, şahsi bir hesap uğruna
feda edildi. Bitti.
Hatırlıyorum da, tam 11 yıl önce aynı parlamentoda milletvekilleri
ellerinde her dilde “Evet!” yazan
pankartlarla, “Evet!”, “Oui!”, “Si!”, “Ja!” diye
haykırarak Türkiye’ye kollarını açmışlardı. Bugünse, kapıları
kapadılar.
Aslına bakarsanız yarın alınacak
karar “bağlayıcı” değil. Yani
müzakereler resmi olarak durmuyor; Avrupa Parlamentosu gerçek
patron konumundaki AB Konseyi’ne “geçici olarak
dondurun” diye tavsiyede bulunuyor. Bu tavsiye,
yelpazenin sağından soluna kadar tüm siyasi grupların desteğiyle
alınmış olsa da,
aslında “sembolik”, “AB
Konseyi” denilen AB liderleri, aralık ortasında
yapacakları zirvede muhtemelen “dondurma” kararını
uygulamayıp müzakerelere “devam” diyecek.
Ama ne fayda! Zaten ortada müzakere falan yok ki! İşler fiilen
durdu, daha da duracak. İnleye inleye yavaş ölüm. Avrupa konusunda
en son şansımız, Ahmet
Davutoğlu döneminde atılan adımlardı. Geçen ay
Brüksel’de o pazarlıkların göbeğindeki Avrupalı bürokratlarla
konuştum. Şu kesin: Davutoğlu kalsaymış ya da darbe sonrası dahi
terörle mücadele yasasında ufak bir esnemeye gidilseymiş, bugün
Türkiye’ye yönelik vizeler kalkacakmış. Ciddi bir ivme
olabilirdi.
Ama olmadı. Maalesef tarih,
geriye doğru akmıyor. Ne
Davutoğlu’nu geri getirebiliriz, ne 14 Temmuz gününe dönüp darbeyi
engelletebiliriz. Cezamızı çekeceğiz: Karşımızdaki bu
kahredici Türkiye tablosuyla yaşamak dışında
bir seçeneğimiz yok.
Yine de iki önemli saptama. Hükümetin Avrupa ile ilgili popülist ve
ayağı yere basmayan bazı ifadelerini bir kenara bırakıyorum. Bunlar
muhataplarına değil kitlelere söylenmiş sözler. Gerçek şu ki,
Avrupa Türkiye’deki hükümete şu zamana kadar fazlasıyla empati ve
tolerans gösterdi; istediğini yapması için marj tanıdı. Siz
bakmayın “Vur vur inlesin, Avrupa
dinlesin” dışında bir algı kabiliyeti olmayan mevcut
medya düzenine. Gerçekte Avrupa, ne Kürt meselesiyle ilgili ne de
darbe sonrası geniş tutulan gözaltılar, işten çıkarmalar vs. ile
ilgili pek sesini çıkarmadı. Ne biri gelip Cizre’ye gitti, ne de 15
Temmuz sonrası süreçle ilgili ciddi bir sorun yarattı Türkiye’ye.
Avrupa’daki üst düzey karar vericiler, hükümetin Gülen Cemaati’ne
yönelik mücadelesini bir ölçüde anlayışla karşıladı.
AB için bardağı taşıran damla,
Cumhuriyet gazetesine yönelik
tutuklamalar ve Selahattin Demirtaş gibi
seçilmiş vekillerin tutuklanması
oldu. Bunun Brüksel’de yarattığı sarsıntıyı çok iyi
biliyorum. İddia ediyorum; bu iki olay
olmasaydı, Avrupa Parlamentosu Türkiye’yi her fırsatta kınamaya
devam edecek
ama “müzakereleridondurma” kararı
almayacaktı.