Soğuk bir cuma akşamı Paris’teki Elysee Sarayı’nda Cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan ve Fransız Cumhurbaşkanı
Emmanuel Macron arasındaki görüşme, birkaç
açıdan önemliydi.
Birincisi, uzunca bir süredir Batı Avrupa başkentlerinden davet
almayan (ve bundan hayli şikâyetçi olduğunu bildiğimiz) Erdoğan,
ilk kez önemli bir Avrupa ülkesinin başkentine resmi gezi yaptı ve
arzuladığı protokolle ağırlandı.
Bu ne demek? Paris’e resmi gezi ve Elysee Sarayı’ndaki
protokol, Türkiye’nin Avrupa yolunun yeniden
açıldığı anlamına gelmiyor. Ancak Avrupa’nın Türkiye’yi artık
olduğu gibi kabul ettiği, kısa dönemde fazla bir değişiklik
beklemediği, bundan sonra “ikili” ilişkilere
odaklanmak istediği anlamına geliyor.
İkili ilişkiler derken kastettiğim, AB üyelik sürecinde ilerleme
değil. Brüksel’i unutun. Bu konuda kimsenin beklentisi yok. AB
üyesi ülkeler, Ankara’nın Kopenhag Kriterleri’nden
hayli uzaklaştığını ve demokrasiye dönüş noktasında bir irade
göstermediğinin farkında. Bu yüzden de bundan sonra “üyelik
müzakerelerini” pas geçip Ankara’yla ikili ilişkileri
derinleştirmek niyetindeler. 2018 yılında, Fransa, İtalya, Almanya,
İngiltere gibi ülkelerle ticaret, daha daha ticaret, terörle
mücadele ve Ortadoğu konularında ikili temaslar olacaktır.
Ancak Türkiye’nin AB üyelik perspektifi, belki de
bir daha hiç canlanmayacak biçimde rafa kalkmış
gözüküyor.
Bana göre Paris’teki görüşme bu yüzden sembolikti. Son derece iyi
anlaşan ve şu zamana kadar 12 defa telefonla ve 3 kez yüz
yüze görüşen Macron ve
Erdoğan’ın, Elysee Sarayı’ndaki buluşması,
Türkiye’nin artık AB’yle “imtiyazlı ortaklık”
dönemine gir...