Bir şeyler oluyor. Büyük laflar, büyük iddialar zamanı değil ama
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Brüksel gezisinin, beklentilerin
üzerinde geçmiş olması, hepimiz açısından önemli. Son haftalarda
Ankara, Avrupa’ya karşı söylemini gözle görülür bir biçimde
yumuşattı. Üst üste yetkililerin ağzından “Biz yeniden müzakere
sürecine dönmeye hazırız” lafını duyduk.
Allah allah...
Tabii müzakere sürecine dönüş, Türkiye’nin mevcut demokrasi karnesi
ve son aylarda yaşanan çirkin restleşmeler yüzünden mümkün değil.
Ancak Türkiye ve Avrupa arasındaki “nihai kopuş” ihtimalinin şu an
için önlenmesi, iyi bir şey. Avrupa’yla aramızda bir sakinleşme
sürecine ihtiyaç var. Bu, Türkiye’deki karanlık tablonun bir nebze
düzelmesine imkân verebilir.
Daha açık konuşayım: Türkiye’nin Batı’dan kopmuyor oluşu, eninde
sonunda mevcut istibdat döneminin yumuşaması sonucunu doğuracaktır.
Bu yüzden olan bitene kulak kabartmak gerekiyor.
Kulislere yansıyan, Erdoğan’ın Brüksel’de AB Başkanı Tusk ve Avrupa
Konseyi Başkanı Jean Claude Juncker’le görüşmesinde Avrupa’yla yeni
bir başlangıç vurgusu yaptığı, daha da önemlisi, onlardan gelen
insan hakları eleştirilerini sakin bir üslupla dinlediği yolunda.
Erdoğan, dönüş yolunda beraberindeki gazetecilere Avrupa’yla “bir
yıllık bir takvimden” söz etti.
“Takvim” ne demek? Unutmayın ki Avrupa Konseyi geçen ay, tıpkı 12
Eylül döneminde olduğu gibi Türkiye’yi ‘izleme’ sürecine aldı. ‘Bir
yıllık bir takvim’ demek, Avrupa Konseyi’yle ilişkileri
düzeltmenin, yani ister istemez OHAL ve hak ihlalleri konusunda
bazı adımlar atmanın vaadi demek... Dolaylı da olsa, ilk kez
iktidar cephesinden böyle bir söz duyuyoruz.
Bazılarınızın bu satırları okurken Avrupa üzerinden yapılan bu
okumayı fazla iyimser bulacağını, hatta muhtemelen bu yüzden
öfkeleneceğini şimdiden tahmin edebiliyorum. Peki, bu memlekette
biraz nefes almak için elimizde Avrupa dışında başka nasıl bir
enstrüman var? Karanlık bir tünelin içindeyiz. Bugünden yarına ne
yönetim değişecek ne de CHP iktidara gelecek. En azından 2019’a
kadar süreç bu. Ben burada yüzüncü defa ‘Allah kahretsin!’ yazısı
yazsam, siz de yüzüncü defa ‘Evet kahrolsun bu düzen!’ diye o
yazıyı beğenip Facebook’ta paylaşsanız, hapisteki meslektaşlarımıza
bir faydası olacak mı?
Pratik olmak zorundayız. Kısa vadede bebek adımları dışında büyük
bir değişimşansı yok. Önceliğimiz, Cumhuriyet yazarları gibi
cezaevindeki meslektaşlarımızın serbest kalması, seçilmiş
siyasetçilerin hapishaneden çıkması, OHAL’in kalkması olmalı...
Bunun için de şu ya da bu biçimde birilerinin bu iktidarı
demokrasiye dönüş konusunda ikna etmesi gerekiyor. Konuşabilen,
konuşmalı. Parlamento zemini kaybolmuş durumda. O yüzden kim hangi
kanalı kullanabiliyorsa, derdini anlatmalı. İş dünyası ve iktidar
partisi içinde olan bitenden rahatsız olanlara büyük tarihi
görevler düşüyor. Kafasını kuma gömen medya yöneticileri, zahmet
edip bir el versinler bu sürece. Avrupa dahil tüm kesimler bu
‘ikna’ sürecinin bir parçası olmalı.
Bir şekilde hep birlikte makulü anlatmak, Avrupa yoluna ve
demokrasiye dönüş konusunda teşvik edici olmak zorundayız.