İtiraf edelim, önümüzdeki referandum
sürecinde “Evet” ve “Hayır” eşit şartlarda
yarışmıyor.
Evet için devlet imkânları, tüm medya kanalları, muazzam bir
ekonomik güç, belediyeler, bağlar, bahçeler, mobilize olmuş
durumda.
Hayır’cılar ise ha bire gözaltına alınıyor, toplantılarına izin
verilmiyor, konferansları iptal ediliyor. Hayır videosu çeken 22
yaşındaki öğrenci Ali Gül’ün tutuklanması,
adeta her şeyin sembolü. Selahattin
Demirtaş içeride. HDP’de “Hayır”ın yüzü olması
planlanan Ayhan
Bilgen ve Meral Danış
Beştaş tutuklu. Gazeteler zapturapt altında.
Üniversiteler keza.
Aslında CHP dışında kimsenin doğru dürüst “Hayır” mitingi
yapmasına izin yok.
Sosyal medyada referandumda “Hayır” diyecek kesimlere
yönelik baskıları okudukça, bazen içimde büyük bir isyan dalgası
oluşuyor. “Böyle baskıyla babam da
seçim kazanır” diyorum. “Erkekseniz
eşit koşullarda yarışın” cümlesi geliyor dilimin ucuna.
70 yıllık çok partili sistem tecrübesi olan bir ülkenin demokratik
rekabet kurallarını bu ölçüde hiçe saymasına
kahroluyorum.
Ama sonra kendimi frenliyorum. Neden? Feministler
bu “Erkeksen...” ile başlayan cümlelere çok kızdığı
için... Meseleyi erkeklik, korkaklık meselesi yapmak doğru değil,
diyorlar. Haklılar da. Zira, nedir Allah aşkına bu
erkeklik-kadınlık kriterleri? Yapma Aslı; bu
seviyelere inme diyorum kendi kendime.
Yine de Evet kampanyasının başarılarını, bitmek bilmeyen
organizasyonlarını okurken, aklıma yıllar önce bir işadamının
böbürlenerek anlattığı bir anı geliyor. Efendim, bu falanca
işadamı, bir gün falanca solcu öğrenciyle tartışmış. Çok feci
kızmış. Adamlarına “Tutun bunu!” demiş ve iki kolundan
kıskıvrak yakalattığı genç adama tekme tokat girişmiş. Bunu da,
sanki büyük bir cesaret örneği gibi orada burada anlatıyor.
Gerçeklikten o kadar kopmuş ki, bunu anlatırken, genç bir adamı üç
kişiyle zapt ettirdikten sonra dövmüş olmayı bir marifet sanıyor.
Peh!