Gazetecilik aykırı olma sanatıdır. Ne siyasi
doğruculuk, ne iktidara yakınlık, ne devlet nezdinde akreditasyon,
ne de kulağı delik olma... Bunların hiçbiri gazeteciliğin gerçek
tanımı değildir.
Devletin zaten dağa taşa yazarak anlattığı
ilkeleri, hükümetin zaten pazarlamaya çalıştığı hikâyeyi bir
yerinden tutup da anlatmaya çalışmak, sizi sadece vakanüvis yapar.
Gazetecilik ise sorgulamak, şeytan avukatlığı yapmak, biraz kafa
tutmak ve her daim öküzün altında buzağı
aramaktır.
Bu yüzden de Ahmet
Şık’ın Cumhuriyet davasında yaptığı savunma, iktidar
nezdinde hoşnutsuzluk yaratmış olsa da, tam
anlamıyla “gazetecilik” denen
bu tuhaf mesleğin tanımıdır.
Cumhuriyet iddianamesini bir solukta okudum,
aylardır avukatları n açıklamalarını dinliyorum, uluslararası
tepkileri izledim. Ama hiçbir şey beni geçen hafta mahkeme
salonundaki o görüntüye
hazırlamamıştı.
Mahkeme salonunda ne vardı biliyor
musunuz? Kaya gibi dik,
zekâsıyla iddianameyi ezen, ironiyle savcıları tatlı tatlı
döven bir grup cesur adamın
direnişi vardı. Sanıkların bir bölümünü
tanıyorum, kimisini savunmaları sayesinde tanıdım. Ama hepsiyle
aynı gazetede çalıştığım için gurur
duydum.
Cesaret bulaşıcıdır derler ya. O davayı
az-biraz izleyebilseydiniz, neden böyle dediğimi
anlardınız. Tarihin doğru tarafında
olmanın insana verdiği bir huzur ve
rahatlık vardır. İşte hepsinin yüzünde, gözlerinde, ifadelerinde bu
vardı. Ne mutlu...
Bu dava, aynı 12 Eylül
sonrası Barış
Derneği ve DİSK davaları
gibi Türkiye tarihine şimdiden altın
harflerle yazıldı. Kendisi
küçük, ancak sembolizmi büyük bir dava. Türkiye tarihinin
akışı hangi istikamette olursa olsun, Cumhuriyet davası o akışın
önemli bir parçası olacaktır. Artık kimse bu payeyi, birkaç
paragraf dahi olsa Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinde defalarca yer
edinmiş olma durumunu, Cumhuriyet ekibinden geri alamaz. Bu, 9 ay
cezaevinde kalmak karşılığında kazanılan koskoca bir
ödüldür.
Gel gör ki, bu trajikomik davada 7
arkadaşımızın tahliye olmuş olmasının sevinci, aynı ipe sapa gelmez
iddianameyle yargılanan diğer 4 Cumhuriyet çalışanının hâlâ
cezaevinde kaldığı gerçeğini unutturamayacak ölçüde buruk bir
sevinçtir. Kepçeyle aldıkları insanları, taksit taksit
bırakıyorlar. Güray Öz, MusaKart, Bülent
Utku, Hakan Kara, Önder Çelik, Mustafa Kemal
Güngör ve Turhan
Günay’ın Silivri’den kurtarılmaları, dün sabah itibarıyla
evlerinde uyanmanın keyfini yaşamaları, bu davanın ipliğinin pazara
çıkması açısından bir başarıdır.
Ama Kadri Gürsel,
Ahmet Şık, Murat Sabuncu ve
tabii Akın
Atalay çıkana kadar, Cumhuriyet’e ve biz
gazetecilere rahat yoktur.