Yeni bir dünya düzenine doğru yelken açtık ancak bu düzenin ne olacağı tam bir muamma.
Sosyal medya gibi bir şey olacak belli ki! Bölük pörçük, sersem edici, alışkanlık yaratan, düzensiz bir düzen!
Yeni seçilen ABD Başkanı Donald Trump, gece gündüz demeden kurda kuşa tweet atarak her gün yeni polemiklere giriyor. Görülmedik bir durum. Trump, sadece Meryl Streep ya da kendisiyle alay eden televizyon komedilerini bombalamakla kalmıyor, arada Çin ya da Avrupa Birliği’ne de laf sokuyor.
Dünya o kadar tuhaf bir hal aldı ki, kapitalizmin kalesi sayılan ABD’nin müstakbel başkanı iktidara geldikten sonra tüm serbest ticaret anlaşmalarını yırtacağını söylerken, dünyanın en büyük komünist partisi tarafından yönetilen Çin’in lideri Xi Jinping, Davos’ta çıkıp serbest ticareti ve globalleşmeyi savunuyor!
Trump, röportajlarda İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan dünya düzeninde ABD’nin en yakın müttefiklerinden Almanya’nın lideri Angela Merkel’den sanki müttefik değil hasım gibi konuşuyor; buna karşın Vladimir Putin’e toz kondurmuyor!
Peki, bunlar Türkiye için ne anlam ifade
ediyor?
Henüz dış politikanın hatları çok netleşmemiş olsa da Trump döneminin Türkiye’ye kısa ve uzun vadede sancılı yansımaları olacaktır. Halihazırda Türkiye, içeride başkanlık sistemi dayatması, dışarıda ise Batı’yla olan yarım asırlık ittifakının sorgulanmasıyla yepyeni ve çalkantılı bir evreye girdi. İç ve dış dinamikler, 90’lı yılları andırıyor.
Ama 90’lardan farklı olarak Rusya faktörü var. Ben şahsen Ankara ve Rusya arasındaki mevcut yakınlaşmanın, ticari boyut ötesinde çok derin bir stratejik ittifaka dönüşebileceğine ihtimal vermiyorum. Göreceğiz. Sosyal medya tabiriyle “At fav’a bekle!” Ama önünde sonunda Ankara, NATO şemsiyesinden vazgeçmek istemeyecektir...
Ama bu arada “NATO şemsiyesi” denilen olayın şekli şemali de değişiyor!
Belli ki hem Trump, hem de Rusya’nın önümüzdeki süreçte Ankara’dan beklentisi, “radikal İslam” denilen olguyla mücadele etmek olacak. Nasıl ki Soğuk Savaş döneminde Doğu Bloku’na karşı “cephe ülke” haline gelen Türkiye, içeride de kendi toplumsal dokusunu hırpalamak pahasına sol ve komünizmle mücadele etmeye itildi; bundan sonraki süreçte de “Hadi buyur radikal İslamla savaş” denilecek.