Birkaç gündür Brüksel’deyim.
Brexit sonrası kentte ilginç bir hava var. Bir yandan yağmur, diğer
yandan Avrupa’nın geleceğine dair bitmeyen tartışmalar... Bu
tartışmalardan en önemlisi de tabii ki Türkiye!
Ankara harıl harıl buraya heyetler göndermeye başlamış. Ben
buradayken Türkiye’den gelen 3 farklı heyet vardı. Sanırsınız ki bu
heyetler AB’yle ilişkileri kurtarmak ya da finişe çok yaklaşan vize
serbestisi konusunda lobi yapmak için burada. Ama tabii ki hayır!
Bu konular Ankara’nın gündeminden çıkmış gibi. Farklı isimlerle
gelen resmi ya da yarı-resmi heyetlerin asli görevi burada 15
Temmuz ve FETÖ’yü anlatmak.
Aynı Dışişleri’ndeki durum söz konusu. Avrupa’yla ilişkilerin en
kritik zamanında Türkiye enerjisini FETÖ, FETÖ,
FETÖ meselesine harcıyor. (Oysa Avrupa da ABD de
artık Gülen konusunu anladı. Konu,
darbede Gülen hareketinden insanların olması değil. Mesele,
darbeyle ilgisi olmayan gazetecilerin, akademisyenlerin cezaevinde
olması.)
Yine de Brüksel temaslarımdan neredeyse iyimser bir ruh haliyle
ayrılıyorum. Günlerdir konuşmadığım insan kalmadı. Kritik
görevlerdeki önemli isimlerle bir araya geldim. Ve gördüm ki
hâlâ “bu işi” yani Türkiye’nin Avrupa
Birliği’yle ilişkisi ve üyelik müzakere sürecini kurtarmak
mümkün. Zaman azalıyor, fırsat penceresi daralıyor ama
hâlâ tam kapalı değil.
Vize muafiyeti hâlâ mümkün...
“Nasıl yani?” dediğinizi duyar gibiyim. Böyle karanlık bir
resim veren, Avrupa medyasında
adeta Sisi rejimiyle eş tutulan
Türkiye’ye mi vize muafiyeti tanınacak? Evet, mümkün. Bakın
anlatayım.