Psikologlara göre, bir yakınını kaybettikten sonra yas tutmanın beş evresi varmış. Önce inkâr, olan bitene bir türlü inanamama. Ardından öfke, birilerinde hata arama, birilerine kızma. Sonra pazarlık; gerçeklerle ve hayatla pazarlık; bir şeyleri zorlama çabası. Hemen ardından derin bir hüzün. Ve nihayetinde kabulleniş.
24 Haziran’dan bir hafta sonra, çoğumuz çoktan 4 ya da 5’inci evde arasında bir yerlerdeyiz. Değişim ve demokrasi arzu edip de onun yerine sosyal medyadan Habibler kavşağında ellerinde otomatik tüfeklerle kutlama yapanları izlemek zorunda kalmak, son bir hafta içinde dertleştiğim birçok kişide derin bir hüzne dönüşmüş durumda.
Büyük hayallerle müşahit olanlar; o gece televizyonlarının başında demokrasi bekleyenler; çocuklarının geleceğinden kaygı duyanlar; cezaevlerindeki yakınları ve sevdikleri çıksın diye dua edenler...
Türkiye’de çok geniş bir kesim sessiz bir acı yaşıyor.
Söylenecek söz bulamıyorlar. Artık, o gece attığı tweet’ten dolayı Muharrem İnce’ye kızmalar, CHP’ye sitemler, çöken Adil Seçim sitesine saydırmalar, HDP ya da Meral Akşener’e bozulmalar çoktan geride kalmış. İnsanların ağzını bıçak açmıyor. Konuşunca da “Böyleymiş demek” dışında anlamlı bir laf çıkmıyor.
Böyleymiş demek...
Doğrusu ben de bana içini döken, seçim gecesi olanları sorgulayan; isyan edip cümlenin bir noktası gözyaşına boğulan dostlara ne söyleyeceğimi bilemiyorum.
Merak etmeyin, diyorum. Yalnız değilsiniz, diye hatırlatıyorum. Türkiye’de demokrasi talep eden kesimin yüzde 5, yüzde 10 değil çok geniş ve kalabalık olduğunu söylüyorum.
Ancak daha cesur bir c...