Genelkurmay
Başkanı Hulusi Akar’ın bu
haftaki İran gezisinin hemen ardından dün de
Cumhurbaşkanı Tayyip
Erdoğan Tahran’daydı. Bunlar önemli. Her
ne kadar iki ülke arasında ara sıra üst düzey resmi
gezi
olsa da, İran devriminden bu yana Türkiye ve
İran arasında kurumsal bir yakınlaşma olmamıştı. 80 ve 90’lı
yıllarda birbirine taban tabana zıt bu iki rejim arasında
karşılıklı nefrete varan söylemler, son 10 yılda daha serinkanlı
bir komşuluk ilişkisine dönüştü.
Ancak kurumsal düzeyde, hele de askeri anlamda,
iki devlet hep birbirine uzak durmuştu. Bu durum belli ki
değişiyor.
Ankara’nın İran’la yakınlaşmak istemesinin
sebeplerine hızlıca bir göz atalım... Bu ülkeyle 400 yıldır
değişmeyen bir sınırımız var. İki devlet de
bölgenin ‘kadim’ devletlerinden.
İran, Türkiye açısından potansiyelini dolduramayan ancak önemli bir
ticari ortak. Bağdat’taki rejim üzerinde muazzam etkisi var.
İran’ın Batı’yla imzaladığı nükleer anlaşmanın korunması lazım.
Suriye’yi istikrara kavuşturmanın yolu, İran’ı ikna etmekten
geçiyor vs.
Ancak Tahran’la mevcut yakınlaşmanın altında
yatan gerçek sebep, yukarıda saydıklarımın hiçbiri
değil.
Malum, Tahran ve Ankara’yı yakınlaştıran,
Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin geçen haftaki referandumu. İki
ülke, ortak strateji belirleyerek KBY’yi
sıkıştırmak, haddini
bildirmek, en iyi ihtimalle referandum
kararından geri çevirmek istiyor.
Bana göre İran’la yakınlaşmak için yanlış
motivasyon. Türkiye’nin İran’la iyi komşuluk ilişkilerini
geliştirmeye, bu ülkenin dünyaya açılmasına aracı olmaya varım.
Ancak İran’la “Kürt
karşıtlığı” üzerinden yakınlaşmayı anlamlı
ve mantıklı bulmuyorum. Hele de ciddi bir Kürt nüfusu olan Türkiye
açısından...
Ayrıca bu
yakınlaşmanın “kalıcı” olacağını
da sanmıyorum.
Gelin, 6 ay sonra yeniden bakalım duruma. Ama
geçmişe göz atınca, Türkiye ve İran arasındaki ilişkinin daha düne
kadar ne kadar iniş-çıkışlı olduğunu
görüyoruz.