Bir süredir bu sütundan tarihçilerin tatsız bir benzetmesini
hatırlatıyorum. Birçok tarihçi, global güç dağılımını, Birinci
Dünya Savaşı öncesi döneme benzetiyor.
Tabii tıpa tıp değil. O dönem dünyanın süper gücü Britanya; bugün
ise ABD.
Almanya ve Rusya Birinci Dünya Savaşı arifesinde aynı bugün olduğu
gibi yükselen devletler; ancak o dönem kavga, kıta Avrupası
içinde.
Dünyanın başka yerlerinde kıta Avrupası’ndaki iktidar mücadelesini
dengeleyecek farklı ülkeler yok.
Bugün ise Çin, Japonya, Hindistan ve Türkiye gibi askeri ve
ekonomik olarak güçlü ve Batı’dan bağımsız hareket eden ülkeler
var. Olay daha karmaşık.
Ve bir o kadar da tehlikeli...
Hafta sonu Suudi Arabistan’daki gelişmeleri okuyunca,
‘Acaba savaşa bir adım daha mı
yaklaşıyoruz?’ diye düşünmeden edemedim. 32
yaşındaki genç veliaht prens Muhammed Bin
Selman, ancak ‘Game of Thrones’
dizisinde görebileceğiniz bir saray darbesiyle ülkedeki tüm
rakiplerini tutuklattı.
Genç prensin ‘ılımlı İslam’ vaadi ve Suudi
rejiminin kökleşmiş oligarşik yapısını bir anda
ele geçirmesinin halk ve bürokrasi nezdinde nasıl bir yankısı
olacağını bilmiyoruz.
Ama söz konusu ülkenin zaten demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi
yok.
Fakat orada bile iç dengeler var. Riyad, iyi-kötü yarım yüzyıldır
bir cins ‘meşveret’ ya da ‘konsensüs’ sistemiyle yönetilen bir
monarşi. Genç prensin hamlesi, görülmemiş derecede riskli.
Suudi Arabistan bir demokrasi olmasa bile içeride güç odakları var.
Prens hepsini dağıttı. Bir yandan toplumsal konularda...