Memleketteki muktedirlerin pragmatizmine şapka çıkarmamak mümkün
değil.
“Çözüm süreci” dendi ve akabinde inanılmaz bir çatışma süreci
başlandı.
Mavi Marmara için yeri göğü inlettik, zamanla durum “Mavi
Marmara’daki manyaklar” noktasına gelindi.
Çok değil daha iki gün önce cümle âlem “Kahrolsun Avrupa” diye
bağırıyorduk, referandum biter bitmez Malta’ya giden Dışişleri
Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Avrupa Birliği’ne “Müzakere sürecine
dönmeye hazırız” mesajını verdi. Eşzamanlı olarak aynı mesajı,
İstanbul’daki Atlantik Konseyi toplantısında bizzat Cumhurbaşkanı
Tayyip Erdoğan’ın ağzından duyduk.
Dedim ya, hayranım bu pragmatizme.
Yıllar yılı Türkiye’de olan biteni “İslamcılık” etiketi altında
açıklamaya çalışan bütün analizler, birer birer çöktü. İslamcılık
sadece Başakşehir ve Sultanbeyli içinmiş.
Oysa Ankara’yı bambaşka parametrelerle yorumlamak lazım. Ankara
dediğiniz yer, Rezidans Muhafazakârlığı’nın merkezi. Yani? Yani
“devlet” denilen aygıtın, yüzlerce inşaat şirketi, savunma şirketi
ve enerji şirketinin yardımıyla ekonomik bir paylaşım aracı olarak
irili ufaklı hisselere bölündüğü bir cins dağıtım üssü.
Hal böyleyken, orada olan biteni din ya da muhafazakârlıkla değil
başka tanımlarla yorumlamak gerekiyor. Zira Mehmet Ağar ve
Hayrettin Karaman arasında sıkışan bir iktidardan fazla da
İslamcılık beklememek lazım.
Peki, nasıl tanımlayacağız bugünkü iktidarı? Bana sorarsanız mevcut
Türkiye tablosu, 90’lı yılların Türkiye’sinden pek de farklı değil.
Belki 90’lı yıllardan daha cafcaflı, daha kapitalist, lider kültü
dozu biraz daha yüksek. Ama yine aynı ceberut devlet; sistematik
ekonomik paylaşım; dış politikada ilkesiz bir pragmatizm, biraz
milliyetçilik ve bir tık muhafazakârlık.
İslamcılık ve kapitalizm sosuna bandırılmış olsa da karşımızdaki
klasik bir “seçimli otoriterlik” örneği. Haliyle bu iktidarın dış
politikada fazla maceracı olmasını beklememek lazım. İç politikada
devreye sokulan söylem, büyük ölçüde tribünler için. Gerçekte
Türkiye’nin ekonomik realitesi, yani devletin çıkar dağıtım ağını
döndürebilmek için ihtiyacı olan hammadde, Türkiye’yi fazlaca
Batı’ya bağımlı kılıyor. Siz bakmayın o manşetlere, “Haçlı
İttifakı” benzetmelerine. Onlar seçim için. İçeride ne kadar
efelense de Türkiye’nin Batı kulübünden tümüyle kopma lüksü
yok...
Bu yüzden önümüzdeki dönem dış politikada şaşırtıcı adımlar
bekliyorum. İsrail’le yoğun ve üst düzey temaslar; Avrupa’yla yeni
bir deneme; ABD’de Trump görüşmesi öncesi tatlı tatlı Batı yanlısı
rüzgârlar...
Peki madem aslında Batı’dan kopamıyor, Türkiye neden Suriye’de
ABD’yle doğrudan karşıt konumda? Neden Beyaz Saray görüşmesi
öncesinde Amerika’nın koruması altındaki YPG’yle gerilim
başladı?