Tarihi bir dönemden geçtiğimiz, Birinci
Dünya Savaşı arifesindeki dünya konjonktürüne benzeyen bir sürecin
içinde olduğumuz, son dönemde sık sık
yazılıyor.
Ben de buna inananlardanım. Dünya savaşı olmasa
bile, her şeyin güllük gülistanlık gitmeyeceği, şu ya da bu biçimde
bizim kuşağın da bir cins global savaşa tanık olacağını
düşünenlerdenim.
Neden? Gelin hızlı bir dünya turuna
çıkalım.
Asya’da yükselen ve silahlanan bir Çin ve
Hindistan var. Rusya, Soğuk Savaş parametrelerine geri döndü ve
artık Ortadoğu’da da söz sahibi olmak istiyor. Kuzey Kore, serseri
mayın.
Keza Donald Trump da
öyle. ABD’nin ekonomik gücü zayıflarken beraberinde Avrupa’yla
ilişkileri ve “Batı değerler
sistemi” denilen açık toplum demokrasisini
koruma iştahı da azalıyor. Ortadoğu’da bir asır
önce Sykes
Picot anlaşmasıyla çizilen ulusal
sınırlar buharlaştı; yerine yeni dinamik olarak ulus-devlet
sınırlarını tanımayan mezhepsel geçişkenlik ve yükselen bir Kürt
varlığı var. Kürtler, hem Irak,
hem Suriye’de de
yükseliyor ve Ankara, bu
yükselişin hamisi olmak
yerine kendini buna karşıt konumlandırarak Türkiye’yi uzun soluklu
ve baş ağrıtıcı bir angajmana
hazırlıyor.
Daha henüz gelir eşitsizliği, radikal
İslamcılık, IŞİD, Latin Amerika, Afrika’nın sorunları ve tüm
dünyada diktatörlerin yükselişinin getirdiği
‘istikrarsızlık’ dalgasına
değinmedim bile...
Hal böyleyken, mevcut global konjonktürden
fazla istikrar beklememek
lazım...
Yine de tarihin içinden geçerken, tarih okuması
yapmak kolay değil. Sadece büyük trendleri okuyabiliyoruz; fakat o
trendler de hızlı evriliyor. Beş yıl
sonramuhtemelen IŞİD
olmayacak; o zaman
da şu anda adını bile bilmediğimiz
bir başka
örgüt ya da bir başka tehditten söz
ediyor olacağız.