Kanadalı tarihçi Michael Ignatieff,
dünyanın her yerinde popülist milliyetçileri iktidara getiren isyan
hareketine “karşıdevrim” diyor.
Devrim, son 15-20 yıldır insan hakları, çoğulcu demokrasi ve
nispeten enternasyonalist bir düzenin hâkim olduğu dünya
konjonktürüydü. Yaşadığımız son 10 yıl,
muhtemelen insan ırkının
gezegendeki yüz binlerce yıllık tarihinde
görüp göreceği en müreffeh ve özgür
dönemdi. Birkaç istisna dışında her ülke, doğruluğu
tartışılmayan ‘insan haklarına’ riayet
etmek ve demokrasi yolunda ilerlemek zorunda hissetti. İyi kötü bir
egemenlik paylaşımı vardı. Birey, tarihte olmadığı kadar güçlü bir
yere geldi.
Ve sonra karşıdevrim oldu...
Çok hızlı ve öfkeli geldi bu karşıdevrim dalgası. Hazır değildik
doğrusu...
Mesele sadece
Filipinler’de Rodrigo Duterte,
Türkiye’de Tayyip Erdoğan,
Rusya’da Vladimir Putin,
ABD’de Donald Trump meselesi
değil...
Demokratik düzen dünyanın her yerinde geriliyor. (Demokratik düzene
dış politika literatüründe çoğu zaman ‘liberal
düzen’ deniyor. Buradaki liberal sözü,
Türkiye’deki ‘liberal’ kullanımından farklı olarak,
serbest piyasadan ziyade ‘özgürlükçü’ anlamında
kullanılıyor.)
Avrupa da bu karşıdevrimden nasibini
alıyor. Brexit, mülteciler, göçmenler ve Avrupa
Birliği’ne karşı çok kirli bir kampanyanın zaferi oldu.
Hollanda’da Geert Wilders, önümüzdeki ayki
seçimlerden birinci parti olarak çıkacak.
Fransa’da Marine Le Pen, durdurulabilirse sağ
ve solun kutsal ittifakı sayesinde durdurulacak; ancak muhalefette
büyümeye devam edecek. Almanya’da popülist ve mülteci karşıtı dalga
büyüyor. Macaristan, Polonya zaten o yola girdi...
Bütün bu ülkelerde ‘çoğunluk’ fikrini
temsil eden beyaz, orta sınıf, kızgın yereller, yeni gelen ve
farklı renkleri temsil edenlere kızıyor.
Çoğunluk, ‘Biz niye azınlık
gibi her şeyi bu insanlarla eşit
paylaşmak zorundayız?’ diyor.
Birkaç yıl önce
Türkiye’de ‘çoğunluk diktası’ diye
bir kavramı tartışmıştık. Ne güzel, ne özgür günlermiş onlar! Bu
kavram ortaya atıldığında, iktidar partisi çıkıp endişeli
modernleri “Efendim ne alakası var; biz hiç kendi
tercihlerimizi dayatır mıyız? Biz de çoğulculuk, AB
standartları istiyoruz” diye teselli etmeye
çalışıyordu.