Siyasetin kiri, pespayeliği bir biçimde hepimizin üzerine
bulaşıyor.
Son dönemde birçok dostumdan ”Artık takip etmiyorum”, ”Haber
izlemiyorum” gibi şeyler duyuyorum. İnsanlar yorgun. Onları temsil
edenlerden daha kaliteli, daha edepliler. Bu yüzden de üst üste
gelen yırtıcı seçim kampanyalarına bıkkınlıkla bakıyorlar.
Ama biz gazetecilerin böyle bir lüksü yok maalesef. Zavallı bir dile teslim olmuş ve dünya ortalamasının fersah fersah altında bir gündemle hemhal olmak, akılsız bir ortamda akıl yürütmek zorundayız.
Bu satırları, Milliyet seçim gezileri çerçevesinde ziyaret
ettiğim Diyarbakır’dan yazıyorum. İstiyorum ki sadece seçim
matematiğine odaklanmayayım, bir yandan da okura gittiğim kentlerin
ve o kentlerde yaşayan insanların hikâyesini aktarayım,
kilometrelerce öteden insanların birbirlerine dokunmalarına vesile
olayım.
Ama doğrusu bu kadar çirkinliğe karşı gönül gözünü kapatan, sürekli
sinirlenmemek için kulaklarını tıkayan okura hangi kelimelerle
hitap edeceğimi bilmiyorum.
Mesela size dün yaşadıklarımın bir bölüm aktarsam nasıl olur?
Diyarbakır’da tüm partilerle temas ederken, HDP adayı ve Diyarbakır
eski müftüsü Nimetullah Erdoğmuş ile kahvaltıda buluşuyoruz.
Derinliği olan, halk arasında sevilen biri müftü bey. Sohbet
sonrasında Erdoğmuş, ”Benim Hazro’da bir cenazeye katılmam lazım.
Siz de gelin” diyor. Ne cenazesi yahu? Haberlerde okumadım böyle
bir şey.