Yaklaşık 10 yıl önce
Bağdat’ta ‘kum
fırtınası’ denen o müthiş doğa olayını
yaşama fırsatım oldu.
Aslında yıllardır duyardım Bağdat’ın meşhur
fırtınalarını... Iraklılar evlerin sürekli toz tuttuğundan, kum
fırtınası geldiğinde göz gözü görmediğinden söz ederdi.
Kâh Falih Rıfkı
Atay gibi erken Cumhuriyet dönemi
yazarları, kâh Gertrude
Bell gibi Batılı diplomatların
anılarında bu tuhaf olaya bolcana atıf
vardı.
Ama hiçbir şey beni tam olarak bu gerçek
tecrübeye hazırlamamıştı. Bir Bağdat gezisinde, bir anda her yerden
kum üfürmeye başladı, her tarafı pembe
renk kapladı, bir dakika içinde göz gözü
görmez oldu. Ön cama sulu kum yapışmaya başladı. Arabalar,
neredeyse durdu.
Alışık olmadığım için çok paniklediğimi
hatırlıyorum.
Türkiye’nin şu anda içinde geçtiği dönem de tam
olarak bir kum fırtınası anı...
Ne iç, ne de dış politikada geniş
bir ‘ufuk turu’ yapmak
mümkün değil. İster siyaset yorumcusu olun, ister Ankara
siyasetinin göbeğinde bir ‘yetkili’...
Kimsenin tam olarak ne olup bittiğini, Türkiye’nin ne yaptığını ya
da ne yapmak istediğini, içeride ve dışarıda hangi dinamiklerin
hâkim olduğunu tam anlayabildiğini
sanmıyorum. Devletin en tepesindeki
insanların bile önünü görebildiğini
sanmıyorum.
Dostun düşman, düşmanın dost olduğu bir
dönemdeyiz.
Bir kum fırtınasında sis lambalarını yakmış el
yordamıyla bir yerlere gidiyoruz. Tam olarak nereye gitmek
istediğimiz de belli değil.
Yukarıda anlattığım durumu, dış politikada
herhangi bir başlığa uyarlayabilirsiniz: Suriye’de Türkiye’nin
devraldığı yeni gözlemci misyonu
ve İdlib’e yönelik
askeri mobilizasyon; Irak Kürdistan
bölgesiyle ilişkilerin geldiği
yer; Avrupa
Birliği’yle neredeyse karakolluk
gerilimli müzakere süreci ve kuracağımız yeni ilişki
biçimi; İran’la dans; Washington’la
kavga ve Rusya’yla
temkinli ancak kuşku dolu bir yeni
ittifak... Bunların hepsi, öngöremediğimiz ve potansiyel olarak
büyük tuzak ve krizler barındıran
başlıklar.
İçeride ise iktidar
partisinin MHP’yle yapmış olduğu ilkesel
ve ideolojik ittifak ve bunun
ölçemediğimiz yansımaları var. Bir yanda tetiklenen toplumsal fay
hatları ve gerilim, diğer yanda herkesin kabul ettiği devlet
bünyesindeki kurumsal yıpranma var. Ekonomide 2018 yılında bizi
meşgul etmesi beklenen kırılganlıklar
var...
Hal böyleyken içinden geçtiğimiz kum fırtınası
konusunda ne anlamlı bir söz, ne de mantıklı bir tahmin yapmak
mümkün değil. Ben havlu atıyorum. Geleceği görmem mümkün değil;
sadece karar vericilerden akılcı ve vicdanlı olmalarını talep etmem
mümkün.
Türkiye, yukarıda saydığım başlıkların
tümünde rasyonel bir
yol tutturup 2018 ortası itibarıyla kendini nispeten bugünden daha
iyi bir noktada bulabilir. O senaryoda bile yine de ekonomi ve iç
barışa odaklanmak zorundayız ama en
azından varoluşsal kaygılar ve duygusal
tepkiler azalmış olur. Nefes alırız. Bir
anda birbirimize dönüp hafif tebessüm eder, ‘Nerede
kalmış