“Abi, yedik içtik... Istakoz, şarap, kişi başına sadece 20 Euro
hesap geldi!” Yukarıda aktardığım cümleyi (ya da bir başka
versiyonunu) sizin de duymuşluğunuz vardır sanırım. Daha düne kadar
Yunan adalarına giden Türkiye vatandaşları, tecrübelerini anlata
anlata bitiremez, dönüp geldiklerinde Yunanistan’ın ne kadar ucuz
olduğunu, yemeiçmenin keyfini, komşuda tatilin Bodrum veya Çeşme’ye
kıyasla daha hesaplı olduğunu söylerdi.
Çünkü bunlar Türkiye’nin altın yıllarıydı. 2000’li yılların
ortasında başlayıp 2016’ya kadar süren 10 yıl boyunca Lale Devri’ni
yaşadık.
Yunanistan krizdeyken bizde TL güçlü, ekonomi tıkırındaydı. Kişi
başına yıllık milli gelir ortalaması 10 bin doları geçmiş, Euro ise
2 TL civarında kalakalmıştı. Türkiye ekonomisi, Avrupa’nın
görmediği bir hızla büyürken, Economist dergisi Türkiye’yi
“Avrupa’nın Çin’i” diye tanımlıyordu.
Lale Devri, sadece kodamanlara değil hepimize bir şekilde yaradı.
Bir defa vatandaş, dünyayla bütünleşti. Seyahat eder oldu.
90’lı yıllarda Avrupa seyahati çok küçük bir zümrenin gücünün
yettiği bir ayrıcalıkken, 2000’li yılların ortasından itibaren
sıradan bir orta sınıf aile, biraz biriktirip biraz da kredi
kartına yüklendiğinde rahatlıkla Avrupa’ya gidebilir oldu.
Demokrasi geliştikçe hem özgüvenimiz hem de paramız güçlendi.
Avrupa’nın her yerinde Türkler vardı. Prag, Floransa, Roma’da
gezerken Türkçe duymak, turist olarak gelmiş, hatıra fotoğrafı
çektiren ya da alışveriş yapan bir çifte rastlamak sıradan bir
olaydı.
Tabii Yunanistan’la ilişki, bambaşka bir boyutta gelişti. Bir
yandan yıllar sonra siyasette esen dostluk rüzgârları, diğer yandan
hızla fakirleşen Yunan halkına karşı içten içe bir üstünlük
hissi... Şu ya da bu şekilde Türkler son yıllarda Yunanistan’a akın
etti. Bazı Yunan adalarında...