Geçen akşam ekonomi kanallarından birine takıldım. Ekrandan
tanıdığımız üç yorumcu, döviz kurlarını ve önümüzdeki süreçte
Merkez Bankası’nın faiz artırıp artırmayacağını tartışıyordu.
Arada bolcana içinden “Zarrab” geçen cümleler de
kuruldu. Yorumcular, Zarrab davasının piyasalara etkisinin
beklendiği gibi olmadığını anlatıyor, büyük bir ferahlama hissiyle
gerilimin kaybolduğunu söylüyordu.
Türkiye ekonomisinin çökmesini, tabii ki hiçbirimiz istemiyoruz.
Yine de televizyondaki yorumcuların onca rüşvet ve yasadışı
faaliyetin anlatıldığı ve milyarlarca doların İran ve Türkiye
halkına gideceğine, hayali ihracatla birtakım insanın cebine aktığı
bu davayı, bu kadar kolay önemsizleştirmesine şaşırdım.
Tuhaf çünkü büyük gazeteler ısrarla davanın detaylarını vermiyor,
sonra da bizzat kendi perdeledikleri davanın kamuoyunda etki
yaratmadığını söylüyor.
Oysa gerçek çok farklı. Zarrab davasının da Türkiye’deki gidişatın
da ülkemize ekonomik faturası var. Hem de çok büyük.
Türkiye artık “tedirgin insanlar ülkesi” ve ekonomi de bu
tedirginlikten, keyfiyet düzeninden nasibini alıyor.
En basitinden: Memlekete gir-çık yapan yabancı fonlardan sıcak para
geliyor ancak kimse yatırım yapmıyor. Devlet ihalelerinden
faydalananları saymazsanız, fabrika açan ya da yeni bir sektöre
girme cesareti gösteren yok. Neden? İşadamlarına sorduğunuzda “OHAL
varken nasıl yatırım yapılır” diye fısıldıyorlar. Haksızlar mı?
Mesele, sadece OHAL değil. Artık sıradanlaşan “keyfiyet
düzeni.”
Hukuka güven kalmadı. Devlet kolaylıkla yargı sürecindeki
insanların malına el koyuyor. (Örneğin hakkında herhangi bir
mahkeme kararı olmamasına rağmen daha dün ABD’deki Zarrab davasına
belge götürmekle suçlanan ama bunu şiddetle reddeden eski CHP
milletvekili Aykan Erdemir’in mal
varlığına el konuldu.) Üstelik devlet bunu yaparken, aynı suçla
itham edilen insanlar arasında