Dün trajik ve bir o kadar da tuhaf bir haber vardı. Ankara’da
bir evde kayınpeder, evdeki köpeğe sinirlenmiş. Köpek havlıyormuş.
Köpeğe öfkelenince geliniyle tartışmış. Tartışınca gelinini
bıçaklamış. Sonra da sinirini alamayıp aynı bıçakla kendini
yaralamış. Haberi okuyunca iki şey düşündüm. Birincisi, evdeki
köpeğe ne olduğunu merak ettim. Deliren kayınpeder onu da mı
bıçaklamıştı yoksa hayvancağız insanların bu şiddet ritüelini
salondaki bir kanepenin altından titreyerek mi izlemişti?
İkincisi, bir biçimde bu dramatik sahnenin Türkiye siyaseti için
ideal bir metafor olduğunu düşündüm.
Memleketin hali, kötü bir dramdan tam bir trajediye dönüştü.
Shakespeare’in bazı piyeslerinde, birinci ve
ikinci perdede olaylar karman çorman hale gelir ve son sahnede ana
karakterler ya birbirini öldürür ya da bir bir intihar eder.
Bizdeki durum da bu. İktidar da, muhalefet de, toplu bir intihar
seansının eşiğinde. Bu güzelim memleketi elbirliğiyle dünyadan
koparıp, içini oyup, zehirli böcekler salıp, ruhunu paralayıp,
şimdi de saçma bir yarışa soktular.
İktidar intihar ediyor, çünkü son 15 yılda Türkiye’de değişim ve
kalkınma isteyen seçmenin büyük teveccühünü almışken, bilinçli ve
kararlı bir biçimde demokrasiden çıkma yoluna gitti. Bu, Türkiye’de
İslamcı ideoloji açısından sonun başlangıcı. İktidar partisi
kutuplaşmaya oynadı, demokrasi ve hukuku rafa kaldırdı. Devlete
sahip olacağım derken o devleti ayakta tutan kurumları bir bir
çökertti. Türkiye gibi çoğulcu ve çağdaş bir ülkede, bu siyasi
intihardır. Kurumları olmayan ve demokrasiyi rafa kaldırmış bir
ülke, freni patlamış bir kamyon gibidir.
Haliyle memleketin 5 ya da 10 yıl öncesine kıyasla daha ağır bir
tabloyla karşı karşıya olduğu ortada. Siz bir de ona önümüzdeki
dönem gelmesi beklenen ekonomik krizin faturasını ekl...