Türkiye’nin elindeki “Kürt kartını”
dönüp de kendi kendine bir silah olarak doğrultmasından daha acıklı
bir durum olamaz.
Son 3 yılda yaşananlar, bundan
ibaret...
Çok değil daha 2 yıl önce bu coğrafyada
“Kürtlerle birlikte büyümek” gerektiğinden söz eden, çözüm
sürecini başlatan, kendi coğrafyasında bir Türk-Kürt ittifakıyla
Ortadoğu’da dev bir “kale” ve güç odağı yaratma
yolundayken, iktidar, bir anda fikir değiştirip bambaşka bir yola
girdi. İçeride kan ve gözyaşı. Şehirlerde panzerler dolaşıyor. Az
buçuk belini düzelten demokrasimiz tamamen nakavt oldu. Dünyada
ibretle anılan bir ülkeyiz...
Ve bunlar da yetmezmiş gibi Ankara kendi eliyle
Suriye Kürtlerini ABD ve Rusya’nın kollarına itti.
Hep “MGK aklı” diye bize sunulan ama
aslında dar ufuklu ve ömrünün tümünü devlet lojmanlarında geçirmiş
orta yaş üstü erkeklerin aldığı bazı kararların, günümüz dünyasını
algılamaktan ne kadar uzak olduğunu yazıp duruyorum.
Yüzüncü kere ifade edeyim: Bu hesabı kim
yaptıysa, yanlış yaptı.
Bakın Osmanlı olsa, böyle davranmazdı. Ama
maalesef Osmanlı dizisi seyretmekle, Osmanlı olunmuyor.
Etno-milliyetçi bir ittifakla yola çıkıp çokuluslu bir coğrafyada
imparatorluk kurmanız mümkün değil.
Hataları tane tane sıralıyorum: Kürtleri
karşına alıp kendi ülkeni istikrarsızlaştırmak. Cerablus denilen
tozlu bir kasabaya hâkim olmak uğruna Strasbourg’dan, Brüksel’den
vazgeçmek. Ülkenin en parlak beyinlerini düşman ilan edip en düşük
ortak paydada memleketi sündürmek. Tüm ipleri Rusya’ya kaptırmak.
Suudilerden medet ummak. ABD’yi zorla Kürtlerin hamisi
yapmak.
Yapılan hataların haddi hesabı yok. Diyoruz,
diyoruz da bıyığımız, sakalımız olmadığı için dinleyen de
yok.