Memleket, yine şaşırtmadı. New York’taki Rıza
Sarraf davası bir Twitter fenomeni olarak devam ederken,
Türkiye’nin gündeminde Sarraf’ın Z’si bile yok.
Ekranlar, kâh Kudüs, kâh Cumhurbaşkanı Tayyip
Erdoğan’ın Yunanistan gezisi sırasında pimi
çekilmiş bir el bombası olarak Alexis
Çipras’ın kucağına attığı Lozan tartışmalarıyla
parsellenmiş durumda. CHP ise, “Man Adası” belgelerine karşı bir
“misilleme” olarak gördüğü Ataşehir Belediye Başkanı Battal
İlgezdi’nin görevden alınmasına odaklandı.
Kılıçlar çekildi, yepyeni bir döneme girdik.
Memleketteki ahlaki çöküş, işlerin zıvanadan çıkmış olduğu gerçeği,
artık hepimizin kanıksadığı bir durum. Şaşırmıyor, tam tersine
bundan sonra onun buna, bunun ona ne yapabileceği konusunda kendi
aramızda geyik yapıyoruz.
Son haftalarda arkadaş sohbetlerinde “Kesin
Kılıçdaroğlu’nu da hapse atarlar” diyenler bile
çıkıyor. Olacağından değil de, bu cümleyi her duyduğumda
Türkiye’deki yeni düzeni ne ölçüde kanıksamış olduğumuzu görerek
irkiliyorum. Sahi, neden şaşırıyorum ki? HDP Eş Genel Başkanı
Selahattin Demirtaş bir yıldır hapiste ve kimsenin
kılı kıpırdamadı. Mahkemeye gidip ifade vermek istiyor, buna izin
dahi verilmiyor ve Türkiye’nin onca barosundan “tık” yok.
En acı olan da bu. Çürümenin, baskının sıradanlaşması. Herkes artık
bu durumu bir veri kabul edip yeni yaşamlar kurmaya çalışıyor.
Kimimiz uzağa gidiyor ya da gitme hayali kuruyor; kimimiz çocuğunu
yurtdışında okutmanın ya da parasını bir yerlere saklayabilmenin
derdine düşüyor. Kimileri kafasını kuma gömüyor ya da ölü taklidi
yapıyor. Kimileri de korunaklı bir limana sığınmış fırtınanın
geçmesini bekliyor....