Türkiye, eski Türkiye. Karşımızda 90’lı yıllardan aşina
olduğumuz, bir güvenlik devleti yapısı var.
Karakterler farklı olsa da ideolojik vurgular değişse de (o dönem
laiklik, şimdilerde AKP ve MHP koalisyonunun oluşturduğu milliyetçi
cephe), özünde devlet, aynı devlet.
Farklı olan, dış konjonktür. 80’li ve 90’lı yıllarda Türkiye, sıkı
bir biçimde Batı ittifakının üyesiydi ve ABD’nin en yakın
müttefiklerindendi. Şimdiyse Amerika, adeta
‘hasmane’ bir güç olarak algılanıyor. Sadece
Washington’ın Suriyeli Kürtlere yardım meselesi değil; Türkiye’yi
yöneten insanlar, 15 Temmuz ve Sarraf davası dahil bir dizi iç
kargaşayı ABD’nin içinde olduğu bir ‘bilek güreşi’ olarak görüyor,
bunu da açıkça söylüyorlar.
Bu durumda Türkiye ve ABD arasındaki ilişkilerin geleceği ne
olacak? Önümüzdeki hafta, 3 önemli görüşme yaşanacak. ABD Dışişleri
Bakanı Rex Tillerson, Ortadoğu gezisi çerçevesinde
Ankara’ya uğrayacak; Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı
H.R. McMaster İstanbul’a uğrayacak; Savunma Bakanı
James Mattis, Brüksel’de Türk mevkidaşıyla
görüşecek.
Bu yoğun temas trafiğinin amacı, denklemi yeniden kurmak
değil: Ankara ve Washington arasında dibe vuran ilişkileri
bir nebze düzeltebilmek, işlevsel hale getirmek ve
Mınbiç gibi potansiyel kriz konularını öteleyebilmek.
Şahsen ben bu temasların, ikili ilişkilerde dönemsel bir rahatlama
yaratsa da büyük resmi çok değiştireceğini sanmıyorum.
Eninde sonunda Mınbiç konusunda bir çözüm bulunabilir ancak genel
tabloda ABD’nin Suriyeli Kürtlerle ortaklıktan vazgeçme ihtimali,
şu anda pek gerçekçi gözükmüyor. Washington’daki dinamiklere
bakarsanız, Trump yönetimi açısından IŞİD’le
mücadele ciddi...