“Semptomlar çok açık. Subakut tiroidit olmuşsunuz” dedi
doktor.
Sub... ne? Bir haftadır süren boğaz ağrısı, aşırı sıcağa rağmen
üşüme, geceleri ateşlenmeler derken, sıradan bir yaz gribi
geçirdiğimi sanmıştım. Altından çapanoğlu çıktı.
Tiroit denilen ve ademelmasının hemen altındaki o küçücük salgı
bezi, adeta bir kumanda butonu gibi. Sadece bedendeki bütün
hormonları değil, enerjiden uykuya, saç dökülmesinden iştah ve
kilonuza kadar sayısız vücut fonksiyonunu da dengede tutuyor.
Bozulduğunda hapı yutuyorsunuz. Anlayacağınız benimki pert
olmuş.
Doktor hanıma ‘tiroidit’ hastalığına neyin sebep olduğunu
sorduğumda, “Virütik olduğu söyleniyor ama şu aralar adeta bir
salgın gibi. Çok sık görüyoruz. Bu durumun Türkiye’de yaşananlarla
ilgili olmadığını düşünmek çok zor” diyor.
Tiroidit hastalığının özelliği, önce tiroidin aşırı hızlı çalışması
ve beraberinde gelen kalp çarpıntısı, yorgunluk, kilo kaybı, sonra
da tiroidin kendini tüketerek tamamen yavaşlaması. Neyse ki bu
semptomların tümü, birkaç hafta içinde bitiyor.
15 Temmuz’dan bu yana yaşadığımız stres, korku, endişe ve bütün
bunları 10’a katlayan 7/24 haber bombardımanını düşündüğümde,
şaşırmıyorum. Uykusuz geceleri, darbe rüyalarını, ardından gelen
kaosu... Hatta daha da geriye gidelim, son bir yıldır Türkiye’nin
içine girdiği karanlık dönemi düşündükçe, “Eh sadece tiroit
hastalığıyla yine iyi yırtmışım” diyorum kendi
kendime...
Cumhuriyet tarihinin en sarsıcı ve boğucu dönemlerinden birini
yaşıyoruz. İyimser olmak için fazla neden yok. Türkiye, tiroidi
bozulmuş bir ülke gibi, aşırı hızla girdiği Fetret Devri’nde, hem
oradan oraya savruluyor, hem de kıstırıldığı kapandan çıkmak için
debelenirken kendine daha da zarar veriyor. Etraf toz duman. İpler
kimsenin elinde değil. Serbest savruluş. Görebildiğim kadarıyla
ortak akıl falan yok. Ülke henüz dengesini bulamamış, panik
ataklarını kontrol altına alamamış halde.
Bunu yaşamak da, seyretmek de ayrı bir acı.