Hollanda Başbakanı Mark Rutte, önümüzdeki
haftalarda yapılması beklenen bir zirvede Binali
Yıldırım’la görüşmeyi planladıklarını söylemiş. Umarım bu
randevu gerçekleşir. Türkiye’nin Avrupa’yla köprüleri at
ması, kimsenin çıkarına değil. Ne toplum, ne hükümet, ne de
ekonomi. Hele muhalif çizgide duran yazar, siyasetçi, düşünür,
akademisyenler için, kendini dünyaya kapatmış bir Türkiye, hiç iyi
haber değil...
Binali Yıldırım, aklı selim sahibi bir siyasetçi. Türkiye’nin ne
ekonomik, ne de siyasi olarak artık bu kadar gerilimi
kaldıramayacağının farkındadır diye düşünüyorum.
İçeride de, dışarıda da sürdürülemez bir gerilim hattında
yürüyoruz. Sadece Hollanda, Almanya değil; Amerika’yla da, Irak’la
da, Suriye, Mısır’la da aramız limoni. İsrail’le sadece bir ateşkes
var. Rusya’yla yaşanan dostluk, Moskova’nın koyduğu kurallar
çerçevesinde. Türkiye’nin 10 yıl önce tırnaklarıyla kazıyarak
yarattığı imaj, bugün yerlerde.
Ve işin kötüsü, bu düşmanlıklar gittikçe yapısal hale
geliyor.
Peki vatandaş ne diyor? Medyada tek hâkim renk olduğu için bunu
ölçmek mümkün değil. Ama hababam pompalanan ‘İkinci Kurtuluş
Savaşı!’, ‘Kahpe Batı!’, ‘Hepsi bizi bölmeye
çalışıyor’ söylemlerinin, bir noktadan sonra etkisinin
azaldığı ortada. İktidar partisinin gençlik kolları ve medyadaki
sen-ben-bizim oğlan dışındaki sıradan vatandaş, her gün yedi düvele
meydan okuyan Türkiye resmini şaşkınlıkla izliyor.
Gel gör ki devlet erkânı o havada değil.
‘Devlet’ denilen yapı son birkaç yıldır yaşanan siyasi
travmalarla öyle bir ruh haline girdi ki, kendini her daim savaş
halinde sayıyor. Ankara’daki psikoloji, otoriterleşen rejimlerde
sıkça gördüğümüz iç ve dış düşmanlarla bitmeyen bir mücadele
durumu... Şaka değil; son dönemde konuştuğum birçok bürokrat,
Türkiye’nin bir düzine dünya gücüyle örtülü
bir ‘savaş’ yaşadığını düşünüyorlar. Hepsi bize düşman,
hepsi bizi bölmek istiyor, hepsi Türkiye’yi karıştırıyor. İslamcı
gelenekten gelen siyasiler zaten çoktan ‘medeniyetler
savaşı’ tezine inanmaya hazır. Darbe sonrası ulusalcılar ve
milliyetçiler de işin içine girince, inanılmaz izolasyonist ve Batı
karşıtı bir devlet geleneği var karşımızda. Yeni Ankara düsturu
bu...
‘Yeni’ dediğim, aslında bildiğimiz, o çok tanıdık eski Türkiye
işte...
Ama Türkiye gibi yarım asırdır Batı’yla entegre olmuş, halkının
ciddi bir bölümü Batı değerleri ve hayat tarzını içselleştirmiş bir
toplumda, Batı karşıtlığı üzerinden yeni bir oyun kurgulamak,
nereye kadar sürdürülebilir? Ona-buna kafa atan ruh hali, kalıcı mı
yoksa referandum öncesi taktiksel bir durum mu?
Bütün bunların cevabını hep birlikte göreceğiz.