<p><strong>“.. DİKKAT… DİKKAT!… “</strong></p> <p>Yassıada’da bir dönemin politikacıları değil Türkiye kırıldı. Öylesine sert bir darbeydi ve o denli aşağılandı ki siyasi kadrolar, ihtilal sonrasında kurulan yeni partiler de asla şahsiyet kazanamadı.</p> <p>Günümüzde haklı olarak Türkiye’nin en önemli meselesi demokrasinin inşası diyoruz. Bu söz ‘yok, inşa etmemiz gerek…’ manasını içeriyor. ‘Vardı ama yıktık’ sayfasını sildik zihnimizden. 27 Mayıs ihtilalinden söz ediyorum. 1960 darbesini ‘ak devrim’ diye ananların varlığını bilerek..</p> <p>12 yaşındaydım ihtilal sırasında. Babam harita mühendisi ve subaydı. Ama Menderes’i severdi. İhtilal sabahı askeri bir jeep almaya geldiğinde son defa üniformalı gördük onu.. Akşam eve dönerken mahallelinin kendisini omuza almaya kalkmasına kızmıştı.. Hastaydı, raporlarını ibraz etti ve iki sene sonra ölene kadar ne üniforma giydi ne işe gitti.</p> <p>Alparslan Türkeş’in radyoda ‘Dikkat dikkat!.. ‘hitabıyla başlayan sesini o gün bugün unutmadım... Ve gözümün önünden gitmeyen bir tabloyu: Sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti.. O yüzden sabah saatlerinde bomboştu ortalık. Bundan dolayı kulağımız radyoda, pencere önüne dizilmiş halde saatlerce oturduk. Ama ikindi vakti insan kaynamaya başladı dışarda. Elde bayraklar, çoluk çocuk sokağa dökülmüştü insanlar. Yalvara yakara annemden izin alıp dışarı çıktım, sele katıldım. Onca insanın dışarıda ne yaptığını merak ediyordum. Az sonra merakım zail oldu. Ankara’nın Kurtuluş semtinde oturduğumuz sokak ve çevresinde Demokrat Parti taraftarı olarak bilinen kişilerin evleriydi hedef.. Taş yağmuruna tutuldular. Hepsi sinmiş, başlarını pencereden uzatmaya çekinir hale gelmişti. Birkaçı korkudan kendilerinin de ‘Sabık’lara muhalif olduğunu söylemeye kalktıysa da kulak asan olmadı. Ahbabımız bir ailenin hanımının kalabalık arasında her nasılsa beni görüp gizlice binanın arka tarafına gelmem için yalvaran gözlerle baktığını, küçük bir pencereden kendilerine ekmek almam için rica ettiğini, alıp götürdüğümde de bütün ev halkını avuç içi kadar kiler odasına saklanmış bulduğumu hatırlıyorum.</p> <p><strong>MENDERES… MENDERES</strong></p> <p>Çocukluğumda Ankara’nın en gözde mesire yerleri Karagöl ve Kızılcahamam’dı. Birkaç aile birleşilir kamyon kiralanır onun kasasına doluşulup öyle gidilirdi pikniğe. Adnan Menderes’i 1958 yazı böylesi eğlenceli bir günün sonunda Kızılcahamam’dan dönerken gördüm. Yeni yapılmakta olan Ankara- İstanbul yolunun inşaatını denetlediğini söylediler.. Makam arabası az ilerde bekliyor o da birileriyle bir yandan konuşup bir yandan yürüyordu. Gri bir elbise, lacivert bir kravat, koyu pilot gözlükleri.. Beynime nakşettim bu kareyi.. Kamyon kasasında tepine tepine nümayiş yaptık! Güldü, el salladı sadece, ama benim ‘Menderesçi’ olmama yetti bu.. Yaşım tutmadığı için Demokratların kümelendiği ‘Vatan Cephesi’ne kaydolamadığıma hayıflandım durdum.</p> <p>İhtilal sonrası radyodaki ‘Yassıada Saati’nin en sadık dinleyicisi bendim evde. Mahkemeyi önemsemeyen babama yayından sonra özet yapardım: ‘Sanıklar getirildiler… Bağlı olmayarak yerlerine alındılar…” cümlesiyle başlar devam ederdi.</p> <p>O zamanlar gazetelerin gözdesi Yassıada mahkemesinin başkanı Salim Başol’du. Yargıtay 1.Ceza Dairesi başkanıydı. Ve 50’lerde hakim atamalarını adalet bakanları yaptığı için o mevkiye Demokrat Partili bakan Osman Şevki Çiçekdağ tarafından seçilmişti. Başol’un ailesi röportajların baş mevzuuydu. Daha komiği alnındaki et beni! Kimi kadınlar alınlarına kalemle kalın bir nokta yerleştiriyorlardı.</p> <p>Yıllar sonra Ankara’nın Ulus semtindeki sebze halinde yaşanan bir hadise geldi aklıma. Başol mahkeme ve malum infazlardan yıllar sonra bir gün evine erzak almak için gelmiş oraya. Dükkanlardan birinin önünde durup domates almak istemiş. Önce ona dikkat etmeyen manav kese kağıda doldurmuş domatesleri ve tam tartıya götüreceği sırada yüzüne bakmış müşterinin. Unutulacak bir sima değildi Başol’unki. Manav onu tanıyınca ‘Domates yok..’ deyip kesekağıdını boşaltıvermiş sandığa… Adamın yüzüne bakıp ses çıkarmadan uzaklaşmış oradan Başol. Evine çekildi ve bir daha hiç ortalıkta görünmedi 27 Mayıs’ın el üstünde taşınan adamı… Gazeteciliğe başladığım yıllarda Ada Komutanı Tarık Güryay’ın peşine düştümse de başaramadım. Yargılanan siyasi heyete her türlü hakareti yapması, zevke dönüştürdüğü intikam duygusuyla hareket edişi ve müptezellik seviyesine varacak derecede yakışıksız halleriyle hatırlanıyordu. Ama gerek Menderes’in gerekse Celal Bayar’ın el koyulmuş not defterleri dahil pek çok özel evrakın onda olduğu söylenirdi. Ne ahbabı ne yakın akrabası vardı. Evinde sakladığı sandık ne oldu meçhul..</p> <p>Adada gardiyanlık yapan erden dinledik: Dışarıyla haberleşmesi yasaklanan Menderes’e Sümerbank’tan resmi mektup getirmişler bir gün. Şaşırmış, açmış okumuş.. Sonra başını kaldırıp gülmüş askere: ‘Yeni ürünümüz çıktı diye ara ara kumaş gönderirlerdi. Şimdi onların parasını istiyorlar…’</p> <p>Yassıada Mahkemeleri'nde 14 DP'li idama mahkum edildi: Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan, Refik Koraltan, Agah Erozan, İbrahim Kirazoğlu, Hamdi Sancar, Nusret Kirişcioğlu, Bahadır Dülger, Emin Kalafat, Baha Akşit, Osman Kavrakoğlu ve Zeki Erataman. Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ın cezaları Milli Birlik Komitesi’nce tasdik ve infaz edildi. Diğer ölüm cezaları müebbet hapis cezasına çevrildi. 47 DP milletvekili beraat etti. 143 DP'li 4 yıl 2 ay, 117 kişi 5 yıl, 15 kişi 6 yıl, 6 kişi 7 yıl, 2 kişi 8 yıl, 17 kişi 10 yıl, 3 kişi 15 yıl, l kişi 20 yıl ceza aldı. 30 kişi de müebbet hapse mahkum edildi. Karardan önce Yassıada'da ölen Yusuf Salman, Lütfü Kırdar, Gazi Yiğitbaşı, Yümni Üresin, Nuri Yamut ve Kenan Yılmaz hakkındaki davalar düştü. Konya eski Valisi Cemil Keleşoğlu da Yassıada'da intihar ederek yaşama veda etti.</p> <p>Kararların MBK’nde oylamasının garabet halinde yapıldığını biliyoruz. Komitede dosyaların masaya atıldığı, dışarıda kimi darbeci subayların baskısı altında oylama yapıldığı v.s. Tasdikten sonra infaz emri helikopterle İstanbul’a getirilip hemen ada komutanlığına tebliğ edildi. Yassıada mahkemesinde kararlar okunduğunda idam mahkumları iki hücumbotla İmralı’ya gönderilmişti zaten.. Tasdik olunan üç karar orada, teferruatını yazmayı gereksiz gördüğüm bir dizi trajik sahnenin ardından peş peşe infaz edildi.</p> <p>Kanımca Yassıada’da kötü imtihan veren sadece CHP ve yargıçlar değildi. Basın da sınıfta kaldı. Kıyma makinaları masallarından tutun, Menderes’in Merkez Bankası’ndaki altınları uçağa yükletip Yunanistan’a kaçtığına, Celal Bayar’ın Çankaya Köşkü’nde oturak alemleri tertiplediğine varana kadar… Onca pespaye yayın bir yana aklımda gelenlerden biri DP’nin Fatih İlçe Başkanı Faruk Sargut’un Dünya Gazetesi’nin hakkında haksız mal edindiği yolundaki yayınına cevap verememenin sinir bozukluğuyla intihara teşebbüs edişi.</p> <p>Yazının başlangıcına dönebiliriz şimdi. 27 Mayıs’tan sonra Türk siyaseti toparlanamadı demiştim. İktidara gelen Adalet Partisi ve Süleyman Demirel’in darbe baskısını sürekli üzerinde hissederek ülke yönetmeye çalıştığını söylemeye gerek yok. Ve bu yüzden Demirel’in senelerce DP’yi kastederek ‘Biz kimsenin devamı değil yepyeni bir partiyiz’ demek zorunda kaldığını da… Neden sonra Demirel önce, “Biz Demokrat Parti’nin devamıyız” bir adım sonra da, “Demokrat Parti’nin ta kendisiyiz.” diyebildi.</p> <p> </p> <p> </p> <p> </p>