Bugün 12 Eylül. Hani bir sabah tank
sesiyle uyandığımız o uğursuz günün 36. yıldönümü...
O gün doğan çocuklar, bugün 36 yaşında. Sizler de 36 yıl daha
gençtiniz.
O gün pek çok kuşağın yaşamı kökünden değişti; o gün pek çok
kuşağın yaşamında derin ve silinmez izler bıraktı.
Altüst olmuş yaşamlar... Benzeri görülmemiş işkencelerde
sakatlanmış bedenler ve ruhlar... Mamak, Metris ve ille de
Diyarbakır zindanları...
Türkiye’nin kitabın tanımladığı gerçek
faşizm ile tanıştığı gün...
Ve bugün: 12 Eylül 2016.
“Allah’ın lütfu” olarak değerlendirilen kanlı bir darbe girişiminin
ardından “hukukun guguk”, muhalifliğin suç olduğu bir
Türkiye...
OHAL koşullarında zorunlu olarak ürkek bir karşılaştırma denesem
mi?
***
O gün bir zorba güç iktidara silah zoruyla
el koymuş, kendini ülkenin tek egemeni ilan etmiş, Meclis’in ve
Hükümet’in yani yasama ve yürütmenin bütün
yetkileriniresmen, sıkıyönetim mahkemeleri
üstünden
de yargının yetkilerini fiilen kendi
ellerinde toplamıştı.
Bugün iktidar seçim yoluyla ele geçirildi.
Yani demokrasinin biçimsel gereği çiğnenmedi. Ancak iktidarın 14
yılı dolarken demokrasinin olmazsa
olmazı“çoğulculuk” yerini “çoğunlukçuluk”a terk
etti. Siyasal terminolojide “otokrasi” olarak
adlandırılan tek adam yönetimine hızlı bir geçiş
yaşanıyor.
O gün “Asmayalım da besleyelim mi” diyen
vicdanı kara diktatör 59 genci asmış, devlet eliyle cinayete
doymazlığını 59 kez kanıtlamıştı.
Bugün idam için anayasa değişikliği ve
Avrupa’dan kesinlikle kopma koşulu var. Ama yine de yaşama hakkı
gibi “en, en, en temel” insan hakkını referanduma
sunmak, “Halkın talebi esastır. Yerine getiririz” gibi
yavelerle idamı geri getirme özlemi duyanların pervasız ve hatta
ahlaksız demeçleri art arda üstümüze yağıyor.