68’in 50.
yılındayız...
Kısacık, yalın bir cümle...
Genç kuşaklara ne anlatır, kestiremiyorum.
Ancak bir, hatta birkaç kuşağa “çok şey” anlatır. Dahası
anlattığı Avrupa’da başkadır, Türkiye’de başka...
Önce Avrupa...
1968 ilkbaharında Paris’te, hemen ardından
Londra’da, Berlin’de bütün Avrupa’yı etkileyen, ağırlığını
üniversite öğrencilerinin oluşturduğu kitlesel protesto eylemleri
patlak verdi. Ana akım medyanın ısrarla “öğrenci olayları”
diye adlandırdığı bu kitlesel protesto eylemleri bir özgürlük
arayışı, kurulu düzene, yani insana aykırı bir sisteme, kapitalizme
başkaldırıydı.
Avrupa başkentlerinde sokaklarda akan genç
kadın ve erkeklerin hınzır bir ortak zekâdan fışkıran sloganları
birbirini izliyordu. Mesela “Yasaklamak
yasaktır” deniyordu. Cinsel özgürlük,
sistemin dayattığı değerleri değerden saymama, özgür ve sorgulayıcı
bir bilim yerine sisteme kalifiye eleman yetiştirme araçlarına
dönüşmüş üniversite eğitimine itiraz, 68 gençliğinin talepleriydi.
Refah toplumu düzeyine ulaşmış ve her yanı, sanatı, düşünce
dünyası, siyasal eylemlilikleri kısırlaştırılmış Avrupa toplumunu
derinden sarsan ve alışılagelmiş değerleri kökten sorgulayan bir
eylemler zinciriydi.
Avrupa’da 68 eylemleri aynı zaman
bürokratlaşmış, işçi aristokrasisince tutsak edilmiş,
“nomenklatura”laşmış komünist partilerine karşı da bir
itirazdı. Nitekim Fransa, Federal Almanya gibi ülkelerin komünist
partilerince eylemler desteklenmedi, hatta karşı çıkıldı,
küçümsendi.
“Avrupa 68’i”, sistemi
değiştir(e)medi. Ancak sarstı, pek çok çürümüş, örümcek bağlamış
değer yargısının geniş kitlelerce sorgulanır olmasına yol
açtı.
Kestirmeden söyleyelim: İnsanlık
için bir kazanımdı...
***
Türkiye de 68’i yaşadı. İstanbul ve
Ankara’da kadın ve erkek üniversite öğrencileri sokaklarda aktılar,
alanlarda toplandılar, üniversiteleri işgal ettiler. Türkiye’nin
eylem pratiğine özgür düşüncenin ve düşünce özgürlüğünün bereketli
tohumlarının ekildiği
“Forum”ları armağan
ettiler.
Bir gazete yazısına ayrıntılı bir tarihçe ve
analiz elbette sığmaz.
Yine de “Avrupa
68”i ile “Türkiye
68”i arasındaki kanımca önemli ve gözden
kaçmaması gereken bir farktan söz edilmeli. vrupa 68’i sisteme ve o
sistemin uyumlu halkalarına dönüşmüş komünist partilere köklü ve
haklı bir itirazdı. Türkiye 68’i ise komünist hareketin
keşfedilmesiydi. 27 Mayıs Anayasası’na kadar süren çölleştirilmiş
bir düşünce ikliminden henüz çıkılmıştı. Marksizmin klasikleri ve
güncel eserleri -çoğu bir yabancı dil bilmeyen- öğrenci gençlik
için ulaşılamaz halde idi. 1960’lı yılların ikinci yarısından
itibaren Türkiye İşçi Partisi içinde ve dışında arayış içindeki
gençlik, gitgide sayısı artan çevirilerle Marksist klasiklere
kavuşuyor, “Leninci
parti” kavramı ile tanışıyordu.
Türkiye 68’i, bu ülkenin sol hareketine
derinlik, ufuk ve heyecan aşıladı. Kuşkusuz savrulmalar da yaşandı.
Ancak çok bereketli, çok değerli bir arayışlar paleti Türkiye
68’inin rahminden fışkırdı. Sadece Sovyetler Birliği ve o çizgideki
“sosyalist sistem” değil, Güney Amerika’daki
devrimci hareketlerden Doğu Asya’daki sosyalizm kuruculuğu
deneyleri, Güneydoğu Asya’daki antiemperyalist savaşlar, Türkiye
68’ini besleyen ve oradan da Türkiye solunu biçimlendiren esin
kaynakları oldu.
Kestirmeden söyleyelim:
Türkiye 68’i ülke için ve insanlık
için bir kazanımdı.
***
68 gençliğinin ortalama 20 yaşında olduğunu
varsayarsak -ki hiç de yanlış olmaz- o gün sokaklarda akan genç
kadın ve erkekler bugün 70 yaşında.
‘70 yaşındaki
delikanlılar’dan söz ediyorum.
Kuşkusuz aramızdan çürük elmalar da çıktı.
Milliyetçiliğe, hatta Türk ırkçılığına savrulanlar, kapitalizme
kapılanıp saf değiştirenler oldu. Ama çoğunluk, belirleyici
çoğunluk 68’in ilkelerine, ülkülerine, siyasal tercihlerine bağlı
kaldı, o günkü heyecanıyla yaşadı, yaşıyor.
Hiç kuşkum yok: Türkiye 68’i yaşanmasaydı,
Türkiye bugünkünden de berbat bir ülke olurdu.
Hiç kuşkum yok: Türkiye bugünkü siyasal İslam
karabasanından kurtulacaksa bunda 70 yaşındaki kadın ve erkek
delikanlıların payı, katkısı olacak.
***