Yakın tarihe damga vurmuş kuşaklar var. En ünlüsü 68
kuşağı. Bugün salt Türkiye’de değil, Avrupa’nın her köşesinde
kendini hâlâ “68 kuşağı” olarak tanımlayanlara
rastlarsınız.
Türkiye’de bir de kendini “78 kuşağı” olarak
tanımlayanlar var. 70’lı yıllar boyunca iç savaş benzeri koşullarda
yaşamış, kimi bir faşist mermisi ile canını kaybetmeye ramak
kalmış, kimi askeri hapishanelerin gitgide cehenneme dönüşen, 12
Eylül darbesine yakın ve o darbenin ardından doruğuna çıkan
insanlık dışı koşullarında hayatta kalmaya ve dik durmaya çabalamış
bir kuşaktan söz ediyorum. 70’li yıllarda kimileri ile mapus
arkadaşlığı yaptım, ranza paylaştım; volta attım.
12 Eylül sonrasında ise Batı Avrupa’da siyasal göçmenliğin rahat
(Evet rahat. Üşümediğin, ıslanmadığın, polis korkusu ile
yaşamadığın, aç kalmadığın, o yüzden de rahat) koşullarında yaşar
ve ülkeden gelen idam, işkence haberleri ile sarsılırken hep bir
eksiklenme duygusu yaşadığım bir kuşak...
Cumartesi akşamı 78’liler Girişimi’nin her
yıl düzenlediği bir buluşmada onlarla birlikteydim. Yemekli, sazlı,
türkülü, coşkulu bir geceydi. Onlar da yaşlanmışlardı. Ancak 70’li
yılların kanlı çatışmalar ortamından, 80’lerin daha da zorlu
koşullarından izler taşıyan bedenleri ve belleklerine rağmen “yaşlı
ama genç” kalmayı başarmışlardı.
Bugün demokrasi ve özgürlük mücadelesine omuz veren, bu uğurda
özgürlüklerinden yoksun bırakılanlarla dayanışmalarını gösterdiler.
Susturulan Kürt medyasına, hapse tıkılan HDP milletvekili ve
üyelerine, üniversitelerden kovulan akademisyenlere, hukukun
çiğnendiği şu günlerde hukuku ve adaleti savunan avukatlara
dayanışma plaketleri verildi.
Bize de verildi. Hapisteki 11 gazetecisi başta olmak üzere bütün
Cumhuriyet çalışanları için anlamlı satırlar içeren bir dayanışma
plaketi:
“Baskı ve sansür rejimine teslim olmayan, bedel ödeyen Cumhuriyet
çalışanlarına saygıyla...”
Pek onurlandık, pek kıvandık...