Dün, akşam alacasında geldi.
Gelmez, uğramaz, hatta belki yaşamıyordur artık diye iyiden iyiye
umutsuzduk.
Sonra...
Sonra birden geliverdi. Sürekli kalacak mı, hep birlikte mi
olacağız?
Bilmiyorum.
Görmeliydiniz, bir sarıldık, bir sarıldık. Hani gözler bazan
sevinçten de dolar ya, işte öyle olduk...
Nasıl da özlemişiz...
Tabii, “Nerelerdeydin kuzum, çok özlettin kendini” diye soracak
kadar da saçmalamadık. Nerede olduğunu biliyorduk. Adeta tutsak
edildiğini biliyorduk. Üstelik ağır yaralı olduğunu da. Zaten oldum
bittim, ben kendimi bildim bileli hep yaralı bereliydi. Bazen
bedensel yaralı; çoğu kez yüreği, ruhu ağır yaralıydı.
Son dönem, son yıllar onun için daha farklıydı. Onu hayatımızdan
neredeyse tümüyle çekip çıkarmak ister gibi bir saldırı başlatıldı.
Üstelik bu saldırıya alkış tutan geniş bir kitle de harekete
geçirildi.
Oysa çağdaş devlette “yurttaş”ın, hele hele “gazeteci yurttaş”ın
sığınabileceği son ve tek liman oydu. Zorbalardan ve zorbalaşan
devletten korunabileceği, güvende olabileceği son ve tek
liman...
***
Dün... Akşam alacasında çıktı geldi.
Özlemiştik. Bizim meslekte o hep özlenir zaten.
Sıkıyönetim dönemlerinde daha çok özlenir.
Bir de son dönemde, farklı düşünmenin suç, farklı düşüncesini
açıklayanın hain sayıldığı son dönemde...