1998 yılbaşına dört gün kalmıştı. Kudüs’ü
tepeden gören Zeytindağı’nda bir açık hava kahvesinde oturduk,
Yahudi konyağı ve koca taslarla “Türk kahvesi” içtik.
Kuzguncuklu berber Yasef’in oğlu, yüksek bürokrat,
sosyal demokrat David ile sohbet pek keyifli ve
pek kederliydi.
Filistin’e dostluk eli uzatan, Filistinli
Araplar tarafından bile “barış güvercini”,
“barışın mimarı” diye anılmayı hak eden ve o
yüzden bir Yahudi ırkçı tarafından öldürülen İzak
Rabin’in yakın dostuydu. Rabin’i bir baba gibi
seviyordu. Onun başbakanlığı sırasında yıllarca birlikte
çalışmıştı.
Bir yudum konyak aldı, cigarasından derin bir
soluk çekti, kederi gözlerinde ve sözlerinde yansıdı:
- Ortadoğu bu. Burada amcaoğulları
bile birbirine kanlı düşman olur, birbirlerini
acımasızca öldürürler. Oysa bu topraklar
amcaoğullarının tümüne yeter, onları besler, yaşatır.
Gel gör ki...
***
1998 yılbaşına iki gün kalmıştı. Doğu
Kudüs’te, bir açık hava kahvesinde oturduk. Aynı konyaktı. Etiketi
çıkarılmış, “Bizim imalatımız, kaçak konyak bu”
diye önüme konmuştu. Birer minik fincan da “mırra
kahvesi”...
Filistinli Arap Jabar (Ben
hep Cabbar dedim; o da itiraz
etmedi) İstanbul Teknik Üniversitesi’nde okumuş, inşaat
mühendisi. Türkçesi akıcı. Argosu da öyle. “Onu boş
ver” yerine “Onu s.ttir et” demeyi yeğliyordu.
İnşaat mühendisi ya, “İsrail yıkıyor, ben yapıyorum.
Günler böyle geçiyor” diye dalgasını da
geçiyordu.
Olacak iş değil ama oldu. Sanki David
konuşuyor. Konyaktan bir yudum aldı. Kederi gözlerinde ve
sözlerinde yansıyordu:
- Ortadoğu’da amcaoğulları 1948’den bu
güne birbirini kırıyor. Ama bak, mazlum zalime
dönüştüğünde çok daha acımasızdır. Avrupa’da gaz
odalarında yakılan, yok edilen Yahudiler, vaat edilmiş
topraklara geldiklerinde önce amcaoğullarını kovdular.
Karşı çıkanı öldürdüler, vurdular, hapsettiler. Babam
ilk kurbanlardandır...
***
Dalın Ortadoğu’ya, dalın Filistin
mitologyasına. Kenan diyarı’dır,
peygamberler toprağıdır: İbrahim
(Abraham), Yusuf (Yasef),
İshak (İzak),
İsmail (Samuel), Süleyman
(Salamon), Yahya
(Johannes), Musa
(Moiz), İsa
(Jesus) ve oradan göğe çıkan
Muhammed.
Say sayabildiğince...
Kudüs.
Eski Kudüs’te, görkemli surların ardına
saklanmış o büyülü kentte, “Acılar yolunda” yürürsünüz.
İsa’nın çarmıha gerilmek üzere, kendi çarmıhını sırtında taşıyarak
yürüdüğü yoldur.
Az beride “Ağlama Duvarı”nda bir ileri
bir geri sallanarak dua eden dindar Yahudiler görürsünüz. Onların
hemen arkasında Habeş rahibelerin yaşattığı ilk Hıristiyan kilisesi
yükselir.
Ağlama Duvarı’nda dua eden dindar Yahudilerin
mırıltısına kilisenin çan sesleri karışır.
Sonra birden...
Sonra birden gür ve makamı -inançsızsanız bile-
sizi etkileyen bir ezan sesi sizi alır bir başka inanç düzenine
taşır. Müslümanların ilk
“kıble”si Mescid-i
Aksa. Onun neredeyse bitişiğinde İslamın bir başka kutsal mekânı,
Kubbet-üs Sahra. Onun da yakınında bir kaya parçası.
Üstünde dört çukurcuk. Gönüllü rehberim Cabbar
anlatıyor:
- Bu dört çukurcuk Hazreti Muhammed’in
atının nallarının izidir. Muhammed buradan göğe
yükseldi...
Kudüs bu. Adı üstünde El
Kuds. Mukaddes yani kutsal kent. Bütün tektanrılı
dinlerin beşiği.
İnsanlığa ebedi barış vaat eden dinlerin
beşiği.
O topraklar her zaman kanadı. Önceki gün (14
Mayıs 2018) 55 Filistinli Arap’ın kanlarıyla bir kez daha
yıkandı... Cabbar (Jabar) haklı. Mazlum zalime dönüşünce çok daha
acımasız, çok daha kan dökücü oluyor...
***