Cumhuriyet’in Haber Merkezi’nden Yazıişleri
masasına “rakam” yağıyor. Püskürtülen
darbe girişimi sonrasında kamudan uzaklaştırılan, açığa alınan
üniformalı, üniformasız memurların; gözaltına alınan, tutuklanan
askerlerin, yargıçların, memurların, akademisyenlerin sayılarını
gösteren rakamlar...
Her rakam bir insan.
Darbe girişimine aktif olarak katılmışsa hiçbir (bir
daha: Hiçbir) itirazım yok.
Kişisel tercihleri, ideolojik seçmesi seçilmiş iktidardan farklı,
hatta taban tabana zıt olabilir. Demokrasilerde bu bir sakınca
değil bir “hak”tır.
Ancaaaaak...
Seçilmiş, dolayısıyla bir seçimde değiştirilebilir bir iktidardan
değil de bir başka“merkez”den buyruk alıyor ve
önceliği o “merkez”in buyruklarına tanıyor,
işini, görevini bu çizgide yürütüyorsa onların tasfiyesine de
itirazım yok.
Peki, sayıları 50 bini geçen “tasfiye edilmiş ve
edilecekler”in tümü bir üst paragraftaki
ölçütlere uyar mı?
Bu mümkün mü?
Bu toz duman arasında bu soruya kesin bir cevabım yok.
Darbe girişiminden üç beş gün önce sorulsaydı Gülen
Cemaati’nin devletin kılcal damarlarına sızmak, kadro
yerleştirmek gibi bir hedefi olduğunu kolayca söylerdim.
Siyasal İslamın bütün kesimlerinin böyle bir hedefleri olduğuna
meslek yaşamım boyunca çok tanık oldum.
Ancak seçilmiş bir hükümeti devirmek, Meclis’i dağıtmak
üzere bir askeri darbeye kalkışacaklarını, daha darbenin ilk
adımlarını atarken acımasızca kan dökmeye yeminli bir eyleme
girişeceklerini söyleselerdi, “Zayıf bir olasılık” derdim. Hele
hele bir darbeyi hedefine ulaştırmak üzere kan davalı olduklarını
bildiğim, demokrasi düşmanlıkları tescilli,
ideolojilerini “Kemalist” olarak tanımlama hakkını
kendilerinde gören bazı askeri çetelerle; rütbelerinde yükselmek
hırsı gözlerini kör etmiş yüksek rütbeli
subaylarla “Darbe ittifak”ı
kuracaklarını “daha da zayıf bir olasılık” olarak
değerlendirir, “Biri kabul etse, karşısındaki böyle bir
ittifakı reddeder zaten” filan derdim...