Geçmiş, hem de epeygeçmiş yıllardan bir diyalog aktaracağım.
Adı Romes Chandra’dır. Dünya Barış Konseyi’nin çok uzun yıllar başkanlığını yaptı. Adı “Barış” kavramı ile özdeşleşti. Bir ay kadar önce, 4 Temmuz’da, 97 yaşında kaybettik.
1982’de Sofya’da, Batı Avrupa’ya konuşlandırılmak istenen nükleer roketlere karşı büyük kampanyayı başlatmak için dünyanın dört bir yanından gelmiş barışçıları buluşturan Dünya Barış Konseyi’nin toplantısında, verilen kısa bir molada, çevresinde halkalanmış gençlerle (Ben de bir zamanlar gençtim.) sohbet ediyordu.
Heyecanlı bir Alman genci konuştu:
-Bütün Avrupa’da sesimizi yükseltecek, barışı çağıracağız...
Hintlilere özgü çelebi gülüşüyle cevapladı:
-Barış çağırınca gelmiyor...
Genç Alman kendince düzeltti:
-Her yerde barış için savaşacağız...
O çelebi gülüşüyle düzeltmeyi düzeltti:
-Savaşmayacağız. İkna edeceğiz, barış, ancak barışçıl yöntemlerle kazanılır... Barışile savaş sözcüklerini sakın yan yana getirme delikanlı...
Genç Alman bu incelikli ayrımcığı anladı.
Çevresinde halkalanan gençler anladı...
O gün bugün “Barış için savaşmak gerek” diye bir cümle asla kurmadım. Gözümün önüne hep o çelebi, o bilge Hintli’nin gülücüğe eşlik eden uyarısı geldi...
***
Bugün Dünya Barış Günü...
Barıştan çok uzak bir dünyada, zorbalığın kol gezdiği, silah fabrikalarının üç vardiya çalıştığı bir dünyada Dünya Barış Günü...
Barışı epeydir unutmuşa benzeyen, derin bir kültürel, siyasal ve toplumsal yarılmanın çukurunda debelenen Türkiye’de Dünya Barış Günü... Ortadoğu’nun kanlı topraklarında gitgide savaşın içine çekilen Türkiye’de Dünya Barış Günü... İntihar bombacılarının, bomba yüklü kamyonların bir “günlük gerçek”e dönüştüğüTürkiye’de Dünya Barış Günü...
Sokaktaki insan barışı istiyor ve özlüyor. Alevi, Sünni barışı istiyor ve özlüyor. Kürt, Türk barışı istiyor ve özlüyor...
Ve Türk illerinde, Kürt illerinde savaş çığlıkları, şiddet tapıncı kol geziyor... Yurtseverlik yerini “Milliyetçilik”e terk etmiş. Barışı savunmak, barış için çabalamak“ahmaklık” olarak nitelenir olmuş.