Çok azınız biliyor, temmuz başında Cumhuriyet’ten “seferberlik
görev emri” çıktı; güzelim Marmara Adası’nı bırakıp İstanbul’a
geldim ve Cumhuriyet Yazıişleri masasının bir ucuna iliştim. Daha
iskemlemi ısıtamadan darbe girişimi tepeme düştü; ardından FETÖ’cü
gerekçesiyle sarmalanmış cadı avı başladı.
“Yoksa beni kandırdılar mı; gazetede benim için ömür boyu
seferberlik filan ilan ettiler de çaktırmıyorlar mı” diyecek hale
geldim.
Nihayet önceki gün “Ben olmasam da olur, hatta daha iyi olur” dedim
ve kendimi Tekirdağ’dan Marmara Adası’na dümen tutan Ömer Kaptan
teknesinin içinde buldum.
İlk gün izlenimleri:
Bir: “Gazete ben olmasam da çıkar, hatta daha iyi çıkar” derken
yerden göğe haklıymışım.
İki: İzin yapmak tadına doyulmaz bir yaşam biçimiymiş. Öyle ya daha
önce haftada dört Tırmık yazıp gerisinde kulağımın üstüne
yatabildiğim yarı emekli günlerimde her gün birbirine benziyordu ve
izin yapmak anlam taşımıyordu. Şimdi tam 69 gün sonra sabah
yazıişleri masasına çökmek yerine deniz kıyısında taş sektirmece
oynamak sahiden de tadına doyulmaz bir yaşam biçimi…
Üç: Tadına yeni vardığım iznin beş gün mü, elli beş gün mü, beş yüz
elli beş gün mü, beş bin beş yüz elli beş gün mü süreceğine karar
vermek için acele etmemeliyim…
Dört: Ancaaaak… Ancaaak, böyle sade suya tirit ve tümüyle kişisel
ve okuru uzaktan yakından ilgilendirmeyecek paragraflar döktürerek
gazete yazarlığı yapılmayacağını da bilenlerdenim…