Avuçlarım kaşınıyor. Yazı konuları sıraya girmiş, birbirlerini
ite kaka suratımda şaklıyorlar.
Mesela şu Şanghay Beşlisi, Avrasya
Ekonomik Birliği muhabbetleri.
Ne kadar keyifle yazılırdı değil mi?
Bu topraklarda devletin yüzünü Batı’ya dönüşünü çoğu tarihçi
1826’da Yeniçeri Ocağı’nın devlet zoruyla ortadan kaldırılıp ve
yerine “Batı tarzı
ordu” kurulmasıyla tarihlendirir ve o
günü “Vakayi Hayriye” diye adlandırır; yani “Hayırlı
olay.”
Tam 190 yıldır bu ülkenin yüzünü Batı’ya çevirmesi, ki bu ister
istemez sırtını Doğu’ya çevirmektir, bir devlet politikası
olageldi. AKP elebaşılarının sımsıkı sarıldığı Osmanlı sultanları
1826’dan itibaren bu politikayı izlediler. Mustafa
Kemal bunu daha da radikal bir devlet politikasına
dönüştürdü. Atatürk sonrası siyasal liderler bu politikanın
takipçisi ve yürütücü oldular. 2002’de tek başına iktidara
gelen Tayyip Erdoğan AB üyeliğine
yönelik en güçlü ve kararlı adımları atan bir lider olarak kendini
ortaya koydu. Avrupa Birliği üyeliği gecikirse ne olacağını
soranlara “O zaman Kopenhag kriterlerinin adını Ankara
kriterleri olarak değiştirir, yolumuzadevam
ederiz” buyurdu.
Yalandan kim ölmüş?
Şu günlerde 190 yıllık bir çizgiyi tümüyle terk eden, yüzünü
Doğu’ya, biraz Putin, biraz İran, biraz
Çin’e, eh epey de Körfez’e, yani Katar’a, Suudi Arabistan’a
çeviren, kıçını da demokratik standartlarda ısrar eden Batı’ya
döndüren bir Türkiye inşa ediliyor.
Demokrasi liginde oynama hedefi terk edilip “Kapalı,
sorgulanamaz, eleştirilemezotoriter liderler ligi”nde oynamaya
hazırlanılıyor.
Gel de tadını çıkara çıkara yazma...
Mesela bir türlü denk getirip şu küçücük kızları koynuna alan,
olmadı zorla ırzına geçenlerle ilgili
bir Tırmık attıramadım. Tasarı geri çekildi diye
kendimizi teselli edecek kadar saf değiliz değil mi? Bu cinselliği
suç sayıp, kendileri bu suçu özgürce işlemek hesabına yatmış ahlak
düşkünleri nasıl olsa bir punduna getirip o tasarıyı yeniden fırına
sürecekler.
Eh onları daha şimdiden keyifle tırmıklamanın zamanı değil
mi?
Gel gör ki...
***
Gel gör ki...
10 arkadaşım Silivri mapusdamında, betona kesmiş avlularında volta
atarken, fırsat bulmuşken tuğla gibi kitapları devirebileceklerken
bundan inatla yoksun kılınırken...
Dahası 142 meslektaşım ülkenin çeşitli hapishanelerinde aykırı sese
katlanmayacağını ilan etmiş bir iktidarın tutsakları olarak öfkeli
voltalarda gün geçirirken...
Gazetemizi susturmak, olmadı yayın çizgisini tersyüz etmek için
sinsi tuzaklarla üstümüze saldırılırken...
“FETÖ’cüleri ayıklıyoruz” diye naralanıp kendi içlerindeki
FETÖ yalakalarına dokunmadan ülkenin demokrat, solcu, sosyalist,
Marksist aydınlarını, akademisyenlerini, öğretmenlerini,
memurlarını ya hapishanelere tıkarak ya da işten atıp açlığa mahkûm
ederken...
Selahattin Demirtaş adlı yiğit bir Kürt
delikanlısı ve 9 milletvekili arkadaşı “Kürtlereparlamenter
demokrasi zemininde siyaset yapmak yasak” diye
özetlenebilecek kirli kararın sembolleri olarak Meclis
koridorlarında yürümek yerine hapishane maltasında volta atmak
zorunda bırakılmışken...
Ahmet Türk arkadaşım gözaltında mutlak
yalıtımla tutulurken...
Daha sayayım mı?