Önce Anayasa Mahkemesi pek de (hatta: Hiç de) beklenmedik bir karar verdi. Şahin Alpay, Mehmet Altan ve bizim Turhan Günay’ın tutuklanmalarının bir hak ihlali olduğuna hükmetti.
Heyecanlandık. “Yoksa Anayasa Mahkemesi hukukun evrensel ilkelerine uymaya, adalet arayışlarına cevap verecek en yüksek yargı kurumu olmaya mı karar verdi” diye şaşırdık. Ardından gazetenin bir odasında toplaştık, “Yav galiba bizimkilere de tahliye yolu gözüktü” deyip hem gülüştük, hem sarılıştık. Hatta ipin ucunu kaçırıp sevinçten ağlayanlarımız bile oldu.
Kısa sürdü.
Önce apar topar Şahin Alpay’ın tahliyesi için yapılan başvuruya 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin “Gerekçeli karar bize ulaşmadı” mazeretiyle topu taca atıp tahliye talebinin reddedildiği haberi geldi. Yargı piramidinde “Mahkemeden büyük Yargıtay, hepsinden büyük Anayasa Mahkemesi var” diye bilirdik. Öyle değilmiş. Anayasa Mahkemesi süs olsun diye kurulmuş.
Birkaç saat sonra bizim Turhan Günay hakkındaki kararın gerekçesi geldi. Turhan Günay hakkındaki “hak ihlali” kararı, Turhan Günay Cumhuriyet’in herhangi bir yönetim organında (Cumhuriyet Vakfı, Yenigün Anonim Şirketi) yer almadığı, köşe yazısı filan yazmadığı için verilmiş. Geri kalan sanıkların durumu tek tek incelendikten sonra karar verilecekmiş. Yani Turhan Günay’la ilgili “hak ihlali” kararı bir emsal oluşturmayacak, Cumhuriyet’in -tutuklu ve tutuksuz- öteki sanıklarını kapsamayacakmış…
İki üç saatlik sevinç dalgasının ardından içimizden biri homurtuyla mırıltı arası konuştu:
- Haydi arkadaşlar işimize bakalım. Yarınki gazeteyi bitirelim.