Vay canına!..
Ben dün kendi keyfimi yazıya döktüm, “Bursa Ovası fıkır fıkır”
diye bir Tırmıkyazdım. Ayrıntısına girmeden, analiz filan
yapmaya kalkışmadan, epeydir özlediğimiz bir sesin yükselmesinden,
pek çoklarının unuttuğu bir ruhun, “sınıfruhunu”nun ayağa
kalkmasından duyduğum mutluluktan söz ettim. Atlayıp Bursa Ovası’na
gidemediğim; orada halay çeken Renault ve Tofaş ve onlara destek
veren öteki metal sanayii işçilerinin yanında saf tutamadığım için
hayıflandığımı anlattım.
O kadar...
Bana sorarsanız iddiasız, kimi tartışmalara ebelik edemeyecek bir
yazıydı.
Öyle olmadı ama...
Tırmık’ın yanındaki elektronik adrese mektup yağdı desem abartı
olmayacak. Anlaşılan mektup yazan okurları 140 karakterlik twitter
filan kesmemiş, o yüzden sayfa, satır sınırı olmayan e-mektuplara
yumulmuşlar...
Yaşı uygun olup DİSK eksenli sendikal mücadelenin şanlı günlerini
anımsayanlar arasında kendini sevimli bir romantizme kaptıranların
sayısı hiç de az değildi. “Eski günler geri geldi...
Uyuyan dev uyandı... Hava döndü... İşçiden işçiden esiyor
yel” gibi cümlelerin, cümleciklerin yer aldığı e-mektupları bir
yana koyalım. Gelecek günlerde o konuda ben de ve -sanırım-
başkaları da yazacaklar. (Son cümlenin Cumhuriyet’te kapı
yoldaşım Ahmet İnsel’e
ve yazı enerjisini kıskandığım Demir
Küçükaydın arkadaşıma ve dışarıdan
değil “içeriden” yazabilecek bilgi ve
donanımıyla Aziz Çelik’e
bir yazı siparişi anlamına geldiği
anlaşılıyor değil mi?)