Bunaldım, boğuldum, yoruldum… Ada’ma, Marmara
Adası’na kaçtım.
Bu, sözcüğün tam anlamıyla bir kaçamak. Ardından yine siyasete
dönüleceğini, yine Erdoğangiller’e, parti liderlerinin “salı
bağırtılarına”, ölüm ve şehit haberlerine boylu boyunca
dalınacağını bilerek gölgelenmiş bir kaçamak…
Sessizliğin sesini, doğanın benzersiz müziğini dinlediğim bir
kaçamak…
Yaz henüz gelmedi. Bahar boyunca doya doya yağmur içen doğa yeşil
fışkırmış.
Eski arkadaşlarla buluşmak güzel.
Hırsız Saksağan’la mesela. Bir yıl daha büyümüş.
Yine çok yakışıklı. Çınarın dalına kondu ve uzun uzun sohbet ettik.
Benim güzel ve acemi kedim onu yakalamak için çınara tırmandı.
Hırsız Saksağan dalgasını geçti. Kedi bir pençe boyu yaklaşınca
Hırsız Saksağan öteki dala geçiverdi. Epey oynaştılar. Kedi
yoruldu.
Ben dinlendim.
Egzoz patırtısı, motor gürültüsü, ambulans çığlığı, korna uyarısı
olmayan; sadece denizin kıyıyı öptüğü andaki yumuşacık
şıpırtılardan ibaret bir doğa müziği…
Biraz açıkta bir karabatak yedi sekiz
yavruyu çevresine toplamış; yeniyetmeleri eğitiyor. Dalıp balık
nasıl tutulur, dalmadan balık nasıl görülür, yunuslar geçerken
kabaran sularda avcılık nasıl yapılır ve biraz uzaktan dakikalardır
sizi seyreden yaşlı gazeteciye nasıl mutluluk saçılır…
Veletler çabuk öğreniyorlar. Kanıtı benim. Mutluluğum arttı
çünkü…
***
Yol boyu biraz yürümeli.
Yamaçlar kekik kokuyor ve katırtırnakları ballı kokular
saçıyor…
Yolun iki yanından ısırgan ve ebegümeci toplasam…
Isırgan salatası yapmayı biliyorum. O kolay. Peki, annem bulgurla
yapılıp ebegümeci eşliğinde yenen o Ege salatasını nasıl yapardı?
Al işte, zamanında sadece yiyip, nasıl yapıldığını öğrenmezsen
bugün böyle kalakalırsın…