Parmak hesabında yanlış yapmadıysam 24 Haziran’ın üstünden topu
topu 45 gün geçti. 24 Haziran sabahını hatırlayın.
Bizim mahallede farklı rüzgârlar esiyordu. Kimileri (çok sayıda
kimileri) “Bitti bu iş. Güle güle AKP Reis’i; hoş geldin
Muharrem İnce” türküleri çığırıyordu. O kadar
iyimser olmayanlar “Kazanılır ya da kıl payı kaybedilir, ancak şu
bir gerçek: Muhalefet üstündeki ölü toprağını silkip attı. Bu
demokrasi için ve umutlanmak için esaslı bir nedendir”
demekteydiler.
Şimdi bir de 24 Haziran gecesini hatırlayın.
“Bitti bu iş” diyenler derin bir düş kırıklığı yaşadılar ve “Hile
yapıldı, oylar çalındı” cümlelerinde teselli bulmaya çabaladılar.
“Sonuç ne olursa olsun, muhalefet canlandı. Başta CHP, Kemalistler,
sosyal demokratlar, sosyalistler silkindi” diyenler ise o gece
CHP’nin üstüne çöken yürek burkucu suskunluktan tedirgin
oldular.
Tedirginliğin boşuna olmadığı izleyen günlerde daha da belirginlik
kazandı. Ana muhalefet partisi olarak belirgin bir ağırlık taşıyan
CHP kendi içine döndü ve parti seçim yenilgisinden çok daha derin,
çok daha yıkıcı bir iç çekişmenin içine yuvarlandı.
Muharrem İnce seçim kampanyası boyunca, başta CHP tabanı olmak
üzere aldığı hiç de küçümsenemeyecek kitle desteğini inanılmaz bir
hızla tüketti, yitirdi. Kendini nasıl savunursa savunsun, parti
içindeki çıkışı “Cumhurbaşkanı seçilemedim bari CHP’ye başkan
olayım” diye özetlenebilecek bir rotaya girdi. “Genel Başkanıma
karşı aday olmam. Amaaaa...” diye başlayan bir cümle kurdu ve
arkasını getirdi: Ama örgüt isterse...
Bu, genel başkanlık yarışı başlattığının diplomatik bir dille ilan
edilmesiydi.