Genç Cumhuriyetin en değerli, en önemli, en anlamlı ilkelerinden
biri, bence birincisi“Yurtta sulh,
cihanda sulh” olsa gerek. Genç kuşaklar için
“çevirisi” yani arı Türkçede
karşılığı “Yurtta barış, dünyada
barış”
İlkenin hayattaki karşılığına, uygulamadaki çelişkilere itirazlar
olabilir. İtirazlar kısmen haklı da olabilir. Ancak “Cihanda sulh”
bölümüne ağır bir itiraz olmasa gerek. 1923’ten bugüne kadar…
(Düzeltiyorum: AKP iktidarının ikinci dönemine kadar)
Türkiye “cihanda sulh”ü zedeleyecek bir etkinlik; saldırganlık
göstermedi.
Yani Kıbrıs “sabıkasını” saymazsak, ki bu yazı
bağlamında saymamak yanlış olmaz, Türkiye’nin dış
politikası “dünyada barış” ilkesine büyük ölçüde bağlı
kaldı.
Ama o ilke bir bütün. “Dünyada
barış” diyor ve ekliyor “yurtta
barış”…
İlkenin bu ayağı epey sorunlu.
Mesela Kürt yurttaşların ayaklanmalarına gerek bırakmayacak
demokratik, özgürlükçü, eşit yurttaşlık ilkesi üstünde yükselen bir
iç politika çizgisi hiç izlenmedi. Sonuç PKK gerçeğine kadar uzanan
ve sürüp gitmekte olan kanlı, kendi yurttaşının üstüne kendi
polisini, kendi askerini süren bir devlet
politikası oldu.
Keza Dersim cankırımı da “yurtta barış” ilkesinin utanç verici
düzeyde çiğnendiği bir başka sayfa…
***
Sonra AKP dönemi
(Dilerseniz “Tayyip Erdoğan dönemi”
diye de okuyun. Yanlış olmaz. Hatta daha doğru olur)
başladı.
2002’de ele geçirdiği iktidar koltuğunda ilk dönem ısınma turları
attıktan; gücünü, yapabileceklerinin sınırlarını test ettikten
sonra “cihanda sulh” ilkesini ucundan kıyısından kemirmeye başladı.
“Van minüt” naralanmasını, “Ey Sisi” ardından da “EyBeşşar Esad”
naralanmaları izledi. Sonuncusu naralanmakla da kalmadı, bir başka
ve egemen ülkedeki iç savaşın tarafı olundu. Nara histerisi devam
etti, “Ey Obama… Ey Merkel… Ey AB”ye kadar uzanıldı.
“Komşularla sıfır sorun” yerini hızla “sorunsuz sıfır komşu”ya
terk etti.
Gel gör ki dış politika efelenmeler, naralanmalar ekseninde
yürümüyor. Hele İslamla serbest piyasa ekonomisini nikâhlayıp
küresel sermaye ile bütünleşme yolunda pervasızca yürüyen bir
ideolojik çizgi için böylesi efelenmeler, atıp tutmalar kendi
bacağına kurşun sıkmaktan öte sonuç vermiyor.
Nitekim Ahmet Davutoğlu’nu
itibarsızlaştırarak yollayıp Binali
Yıldırım dönemi başladıktan sonra dış politikada
kimilerinin “tükürdüğünü yalama” diye nitelediği bir sürece
girdik.